10 Ekim 2017 Salı

Türkiye-ABD İlişkisine Güneyden Bakış


İki aşığın balayı süreci, 1949’daki Marshall Planı ile başlamış, 15 yıl gibi kısa bir sürede tehditleri oluşturan harflerin kağıttan çıkacak cinsten olan Jonhson mektubuyla aşkta çatırdamalar yaşanmıştır. Daha sonra, söz dinlemeyen küçük aşığın başı Ecevit hükümeti, 1 Temmuz 1974’te yasaklı olan Afyonu tekrar ekecem ve Amerikan ahalisinin kafasını bulduracam moduyla büyük aşığa kafa tutmuş (ABD’ye göre Türkiye’de üretilen haşhaşın %80’i ABD’de afyon olarak kullanılmaktaydı), akabinde 16 Ağustos 1974 2. Kıbrıs Barış harekatının sonlanmasıyla da, ABD’deki dinamikler devreye sokularak, afyon krizi neticesinde gündemde olan silah ambargosunu yürürlüğe koymuştur. 12 Eylül darbesindeki ABD parmağı ile ilişkiler düzelmeye başlanmış, Özal döneminde ise, gerek Batıya dönük dış politikası, gerekse imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasıyla ilişkide süreklilik sağlanırken, Tayyip Erdoğan dönemindeki 1 Mart tezkeresine kadar da sürmüştür (Tezkerenin geçmemesi Barzani’ye yaramıştır, neye nimet, neye kısmet). Sonrasında Türkiye, İran ambargosunu delme adına, Rıza Sarraf silahını masaya sürmesiyle, kırılma riski olan fay hattı çatırdamıştır. Türkiye 15 Temmuz darbesinde travmatik dejavu yaşayarak, darbenin içinde ABD olma şüphesi üst seviyeye çıkmıştır. Kısacası, TC-ABD arasındaki ilişki karşılıklı çıkar doğrultusunda inişli çıkışlı grafik çizmiştir. Bugünlerde gördüğümüz ilişkideki sarsılma, birbirlerine olan ihtiyacın üst seviye çıktığı zaman tekrardan düzelecektir. Bu sebeple, her iki taraf süreçte itidalli olmazsa, başlarının ağrıması olasıdır. Bu arada, diplomasi en güçlü araç, kullanmasını bilene..

20 Eylül 2017 Çarşamba

Serbest Ticaret Baskısında Korumacılık Politikasının Uygulanması


Ekonominin her döneminde yandaşları ve karşıtları olan, zamanla canlılığını yitirmeyen, geçmişi çok gerilere gitse de gündemden hiç düşmeyen ezeli sorunsallar arasında müdahaleci veya özgürlükçü devlet, denk bütçe-açık bütçe, ithal ikameci sanayileşme - ihracata yönelik sanayileşme, piyasa-regülasyonu gibi sorunsalları yer almaktadır. Serbest ticaret ile korumacılık sorunsalı da “yılların yıpratamadığı” bu sorunsalların en esaslıları arasında yer almaktadır.
Serbest ticaret ve korumacılık tartışmaları Merkantilist (16.-17.yy - Bir milletin refahı anaparanın miktarına bağlıdır) ve Fizyokrat (18.yy - Gelir ve servetin tek kaynağı tarım) görüşlerin yaygın olduğu dönemlere kadar geriye gider. Yerli üretimin mevcut olduğu ülkelerde, yerli sanayiyi, iç piyasayı veya yerli sanayilerde çalışan işgücünü himaye etmek amacıyla korumacılık politikası uygulamaktadır.  Fakat, bu politikalara karşı geliştirilen argümanlar ise, daha yüksek refah, daha kaliteli, daha çeşitli ve daha ucuza mal ve hizmet temini için serbest ticaret politikasını savunmaktadır. 
Dünya Ticaret örgütü, üye ülkeler arası ticarette liberalleşmenin sağlanması için çeşitli görevleri yerine getirmektedir. Bunlar; çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarını uygulamasını ve denetlemesini sağlama, ticari uyuşmazlıkları çözüme, üye ülkelerinin ulusal ticaret politikalarını izleme ve küresel düzeydeki ekonomik politikalarla ilgili kuruluşlarla işbirliğinin sağlanmasının yanında gelişme içinde yer alan ekonomileri, çok taraflı ticaret sistemi ile bütünleşmelerine yardımcı olmaktadır.
Dünya Ticaret Örgütü’nün temel ilkeleri ve prensipleri arasında yer alan, Ulusal Muamele Kuralı, üye ülke piyasalarındaki yerli ürünlere uygulanan ticaret rejiminin ithal mala uygulanmasını de önermektedir. Bu politikanın uygulanması, ithal ürünlerin yerli üretimin girdi maliyetinin altında ülkeye girmesine ve ilgili yerli sektörün rekabet gücünün azalmasına sebebiyet verme riskini taşımaktadır. 
Diğer ilke ve prensip olan Tarifeler Yoluyla Koruma Tarife dışı engellerin bazı istisnalar dışında tümüyle yasaklanması ve zamanla tarifelerin de giderek azaltılmasını öngörmektedir. Buda, DTÖ veya Avrupa Birliği gibi uluslararası bir örgütün üyesi olmayan ülkelerin üretim ve sanayilerini ciddi anlamda korumasız bırakımaktadır.
Ülkemizde Gayri Safi Milli Hasıla'nın %5,6’si tarım sektöründen, toplam istihdamın içindeki payı %3,6’sı, ihracatın %25,61’i tarımsal ürünler ve %58,84’ü işlenmiş tarım ürünlerinden karşılanmaktadır.  Toplam ihracat içerisinde tarımın %84,45 pay ile ülkemiz için ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Fakat, ülkemizdeki tarımsal üretimde girdi maliyetlerinin yüksek olması, izolasyondan kaynaklanan ek yükümlülüklerden dolayı korumacılık politikasının uygulanması kaçınılmazdır. Ayrıca, üretimin optimum seviyeye ulaşmaması ve hala daha gelişmesi yönünde alt yapı yatırımlarına ihtiyaç duyulmasından, gelişmiş ülkelere göre daha savunmasız ve korunmaya muhtaç konumundadır.
Bununla birlikte, Kıbrıs sorununun hala daha çözülememesinden dolayı, beslenmenin ulusal güvenlik bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Ani gelişebilecek olası güvenlik veya savaş halinin gerçekleşmesi halinde, insan beslenmesindeki temel ürünlerin iç piyasadan karşılanması gerekliliği hasıl olacağından yerel üretimin korunması elzemdir.
Serbest ticaret denilince akla malların serbest dolaşımını sağlayan Gümrük Birliği gelmektedir. Avrupa Birliği’nin dış ticareti salt Gümrük Birliği’nden de oluşmamaktadır. Avrupa Birliği, tarımsal ürünlerin ithalini yasaklayan politika izlememesinin yanında Gümrük Birliği dışında yer alan ülkelerden ithal edilen ürünlere gümrük ve kota sistemi uygulamaktadır.  
Avrupa Birliği 3. ülkelerle yaptığı ticarette tarımsal ürünleri iç güvenlik bağlamında değerlendirip, birincil ürünlerde ülkedeki üretimin miktarına göre dönemsel vergileri veya tercihli vergileri kullanmaktadır. Dönemsel olarak uygulanan vergilerde, ürünün üretildiği döneme göre ülkeye giriş fiyatı belirlenir ve o fiyatın altında gerçekleşmesi durumunda gümrük vergisinin yanında kota sistemi de uygulamaktadır. İşlenmiş tarım ürünlerinde ise ürünün içeriğine göre teknik vergi ve kota sistemi uygulamaktadır. Bununla birlikte, süt ürünleri arasında yer alan mozarella, çedar, edam, kaşkaval ve tulum peynirini stratejik ürün olarak değerlendirilip her 100 kg için yüksek kota vergisi uygulamaktadır.
Türkiye’yi incelediğimizde ise, yerel üretimin korunması için korumacılık politikaları uygulamaktadır. Önümüzdeki dönemde, tarımsal ürünlerin Gümrük Birliği kapsamına alınması yönünde görüşmeler başlamış ve gerçekleşmesi halinde ise TC-AB arasındaki tarımsal ürünlerin ticaretinde gümrük ve diğer tarife dışı engeller kaldırılacaktır. Eğer, tarımsal ürünler Gümrük Anlaşması kapsamına alınmazsa, Türkiye ayrıcalıklı ülke statüsü devam edecektir. Fakat, Gümrük Birliği dışındaki ülkelerle yapılacak tarımsal ürünlerin ticaretinde yüksek gümrük vergisi uygulaması devam edecektir. Özellikle, Türkiye’de üretilen et ve süt ürünlerini stratejik olarak değerlendirip, ülke içindeki üretimin korunması için ithal ürünlere yüksek gümrük vergileri uygulamaktadır. Bitkisel üretimde ise, muza uygulanan yüksek gümrük vergisi ülke içindeki muz sektörünün rekabet etme şansı tanımaktadır.
Kuzey Kıbrıs’taki süt ve süt ürünlerinin ithalatında ise, içeriğindeki yağ oranına göre değil, ithalatı gerçekleştirilecek miktar baz alınarak Gümrük Vergisi uygulanmaktadır. Avrupa Birliği süt ve süt ürünlerin ithalatında yukarıda belirttiğimiz gibi teknik vergi uygulamaktadır. Örnek verecek olursak, Avrupa Birliği süt ithalatında muhteviyatındaki yağ oranına bakarak, yağ oranı %1,5 ve altında ise, her 100 kilograma 125 € gümrük vergisinin yanında her 100 kg için 119 €’da kota vergisi almaktadır. Fakat, yağ oranı %1,5 üzeri ise,  her 100 kilograma 1,19 € gümrük vergisinin yanında her 100 kg için de 21 € kota vergisi almaktadır. Kısacası, yağ oranı arttıkça, ödenen gümrük ve kota miktarında azalma gözlemlenmektedir.

Özetle, Kuzey Kıbrıs’ın mevcut jeo-politik ve sosyo-ekonomik koşulları dikkate alındığında, korumacılık politikasının uygulanması elzem olmasının yanında özellikle, süt ve süt ürünlerinin ithalatında Avrupa Birliği ve Türkiye’de olduğu gibi ithal edilecek malın muhteviyatına göre değerlendirilmesi gerekmektedir. 



19 Haziran 2017 Pazartesi

LEFKE TARIMINA ÖZET BİR BAKIŞ


Kuzey Kıbrıs'ın tarım sektörü, beslenme ve iş gücüne etkisi, milli gelire katkısı ve sanayi sektörüne sağladığı ham madde ile ekonomik, sosyal bir sektör olma özelliğini koruyor. Özellikle, Lefke bölgesindeki tarımsal faaliyet sonucu ortaya çıkan üretimin, sosyo-ekonomik yapıya sağladığı katkısı yadsınamaz bir gerçektir.
Lefke bölgesinde tarımsal faaliyet süreci, ülke şartları ile ayni paralelde seyretmiştir. Tarım, İngiliz yönetiminin adaya gelmesiyle birlikte, bilimsel temellere dayalı yapılmaya başlanmıştır. Lefke’ye bağlı yerleşim yerlerinin hemen hemen tümünde bitkisel ve hayvansal üretim yapılmaktadır.

Bitkisel Üretim
Lefke bölgesindeki belli başlı ürün gruplarını aşağıdaki tablodan sıralanmaktadır.
ÜRÜN
ÜRETİM ALANI (DÖNÜM)
ÜRETİM MİKTAR
TON
Narenciye
7.285
22.615
Zeytin
1.335
510
Patates
(Yılda 2 Kez)
700 X2=
1.400 Dönüm
4.000
Çilek
95
295
Hurma
167
30
Ceviz
97
87

Yukarıdaki tablodan görüldüğü üzere, bölge çiftçisi verimli toprak ve suyun avantajını kullanarak sulu tarım yapıldığı görülmektedir. Narenciye ve patates ürünlerinin Kuzey Kıbrıs’ın ana ihraç malları arasında yer aldığını göz önünde bulundurursak, Lefke’de üretilen ürünlerin Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya ciddi katkısının olduğunu belirtebiliriz.
Ülke narenciye ekim alanlarının yaklaşık %20’si, patates ekim alanlarının %21’i, zeytin ekim alanlarının %6’sı Lefke’de bulunmaktadır. Gazimağusa ve Lapta bölgesinde narenciye sektöründeki gerileme hatta yok olma sürecinin yaşanması, Lefke narenciyesini ekonomide önemli bir seviyeye yükseltmiştir. Son dönemlerde, ülke içindeki zeytine olan talebin artması ve zeytinyağı ithaline izin verilememesi Lefke içerisinde zeytin plantasyon alanlarının artmasını sağlamıştır.
Yumru bitkiler arasında yer alan Kolokasın üretimi de ülkenin ihtiyacını karşılamaktadır. İklim şartlarının bölgede uygun olması, Avokado, Mango, ve diğer tropik meyvelerin yetişmesine de olanak sağlamaktadır.
Son dönemlerde, bölgede yapılan festivallerin üretime de önemli katkısı olmuştur. Üniversite öğrenci sayısının ciddi artış göstermesi, üretime olan talebin de ayni oranda artmasını sağlamıştır. Tarladan toplama faaliyetini, Kuzey Kıbrıs'a yayılmasını sağlayan çilek üreticileri de, üretim alanlarını artırmıştır.  Lefke bölgesinin Cita Slow ağına katılarak, yerel ürünlerin öne çıkarmasıyla birlikte, ürünlere olan talebin de artmasına katkı sağlayacaktır.
Bölgede işleme tesislerinin azlığı, satışların katma değer sağlamadan birincil ürün olarak gerçekleşmesini getirmektedir. Genelde, hurma, ceviz ve diğer niş ürünlerin işlenmesi ise evsel olarak gerçekleştirilmektedir.   
Bölge çiftçisi, üretime girdi tedariki yapan kooperatifin varlığının avantajını yaşarken, profesyonel anlamda üretim ve pazarlama kooperatifinin bulunmayışının da dezavantajını yaşamaktadır.

Hayvansal Üretim
Lefke bölgesindeki, hayvan sayıları aşağıdaki tablodan sıralanmaktadır.
SIĞIR
KOYUN
KEÇİ
1.216
7.652
2.538

Lefke bölgesindeki hayvan varlığı, diğer bölgelere oranla daha düşük olmasına karşın, Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya belli bir oranda katkısından bahsedebiliriz. Ülkede yer alan sığır varlığının yaklaşık %3’ü, Koyun varlığının yaklaşık %4’ü ve keçi varlığının ise yaklaşık %3’ü Lefke’de bulunmaktadır. Bölgede yapılan hayvancılık ağırlıklı olarak besicilik şeklinde yapılmaktadır. Bölgede yer alan kesimhane sayesinde kesilen hayvanlar kasaplar tarafından satışı gerçekleştirilmektedir. Çiftçiler ürettikleri sütleri, iki şekilde değerlendirmektedirler. Bazı üreticiler ürettikleri ham sütü SÜTEK’e verirken, bazı üreticiler ise, ürettikleri küçükbaş sütü evsel hellim ve nor yapıp, piyasaya sürmeyi tercih etmektedirler.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Futbolda Değişen Oyun Kuralları (2016/2017)

FUTBOLDA DEĞİŞEN OYUN KURALLARI SUNUMU
Futbol tarihinde en geniş kapsamlı değişiklik yapılarak yeni kurallar manzumesi oluşturulmuştur. Video, 52 dakika olmasına karşın, videonun her saniyesi ayrı bir öneme haizdir. 






Ayrıca, futbol oyun kurallarının başlangıcı hakkında yaptığım araştırma için detay.....    


Futbolda Değişen Oyun Kuralları (2016/2017)

FUTBOLDA DEĞİŞEN OYUN KURALLARI SUNUMU
Futbol tarihinde en geniş kapsamlı değişiklik yapılarak yeni kurallar manzumesi oluşturulmuştur. Video, 52 dakika olmasına karşın, videonun her saniyesi ayrı bir öneme haizdir. 
Ayrıca, futbol oyun kurallarının başlangıcı için detay.....    





Futbolda Değişen Oyun Kuralları (2016/2017)

FUTBOLDA DEĞİŞEN OYUN KURALLARI SUNUMU



11 Mayıs 2016 Çarşamba

Dünyada Futbol Oyun Kuralları, Hakemlik Ve Kurumsallaşmanın İlk Tarihçesi



İnsanoğlunun "top" ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Mısır'da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7,5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir. Homeros da "Odiesa"da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.

Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurup, rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbol kurallarındakilere oldukça benzemektedir. Elle oynamak yasaktır, faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz.

Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın şeklini 17. yüzyılda İngiltere'de almıştır. Bununla birlikte, futbol topunun tam bir küre biçimini alması 1841 yılında gerçekleşmiştir.  Ayrıca, 1848 "Cambridge kuralları" adı altında futbol kuralları toplanmış ve bu kurallarla ilk futbol maçı Cambridge'de öğrenciler arasında ilk futbol maçı oynanmıştır. 1855 yılına gelindiğinde bir İngiliz takımının ilk kez yurt dışına Almanya’ya çıkarak futbol oynaması Almanya'da da futbolun temelini atmıştır.

Bununla birlikte, 19. Yüzyılın ilk yarısına kadar futbol resmi olmayan bir nitelik taşımaktaydı. Ayrıca, oyuncular centilmen oldukları ve herhangi bir anlaşmazlık çıktığında iki kaptan arasında çözüldüğünden dolayı bir hakeme ihtiyaç duyulmamaktaydı. 

Futbolda ilk kurumsallaşma ve ilk kurallar Ekim 1863 yılında İngiltere’de Futbol Federasyonu’nun kurulmasıyla başladı.  O dönemlerde, Barnes Futbol Kulübü kaptan ve kurucusu olan Ebenezer Cobb Morley “Bell’lerin Yaşam Gazetesine” (Bell’s Life Newspaper) bir mektup göndererek futbolun bir yönetim birimine ihtiyacı olduğunu belirtir. Bu yazılan mektup sonucunda başta Barnes, Blackheath, Perceval House, Kensington School, War Office, Crystal Palace, Forest (daha sonraları Wonderers olarak bilinecek) Crusaders, No Names of Kilburn gibi kulüplerin temsilcileri ve Charterhouse kulübünün de gözlemci göndermesiyle Ekim 1863’te Londra’daki Freeman Tavernasında bir araya gelerek bir toplantı düzenlediler.

Bu toplantı sonucunda ilk Futbol Federasyonu kurulur. Federasyonu kurulmasının amacı futbol için tek bir birleştirici kurumun oluşturulmasıydı. Bu birleştirici kurumun sorumluluğu futbol oyunu sırasında kurallar ve ihlaller konusunda çıkan anlaşmazlıkları da içermekteydi.

Morley, Futbol Federasyonu’nun Sekreterliğine seçildikten sonra, devlet okulları, üniversite ve futbol kulüpleri tarafından oynanan oyunlardaki kuralları bir bütün haline getirmek için 23 maddelik taslak oyun kuralları setini hazırlar ve 24 Kasım 1863’teki toplantıda sunar. 
Bu maddeler arasında hararetli tartışmalara sebebiyet veren iki kural vardı –ki bu kurallar daha sonra rugby ve futbolu birbirinden ayrılmasına sebebiyet verecekti-. Bunlar;
·         Serbest vuruştan gelen ve koşmamak suretiyle oyuncunun topa elle müdahale edebilme hakkını vermekteydi.
·         Herhangi bir oyuncu rakip oyuncunun üzerine doğru giderken, rakip oyuncunun ayni anda hem tutup hem de rakibe vurmama dışında dokunma, tutma, çelme ve topu elinden alma hakkı bulunmasıydı.

Bu toplantıda futbolun erkek oyunu olduğu ve bu gibi kuralların olabileceğini bazı kişiler tarafından savunulsa da toplantıda oy çokluğuyla bu maddeler reddedildi. Daha sonra tutma ve vurma kuralını savunanların başında gelen F. W. Campbell Federasyondan istifa ederek Rugby Futbol Birliğinin kurulmasına yönelik çalışmalarda bulunmuştur.

Toplantı sonucunda ilk Futbol Oyun Kuralları 8 Aralık 1863’te yayımlanmıştır. Bunlar; 
    1.     Zeminin maksimum uzunluğu 200 yarda (183 m.), maksimum genişliği 100 yarda (91,5 m.) olabilir,  uzunluk ve genişlik bayraklarla işaretlenmiş olmalıdır ve  kale  birbirinden 8 yarda (7.32m)  mesafede (aralarında bar veya bağ olmayan) iki  direkle belirlenmelidir.
    2.     Oyun, alanın ortasından kurayı kazanan takımca yapılacak bir vuruşla başlayacaktır, diğer takım başlama vuruşu yapılıncaya kadar topa 10 yardadan ( 9.15 m.) fazla yaklaşamaz.
    3.     İki takım, her atılan golden sonra kaleleri değişecektir. Bir gol yapıldıktan sonra, golü yiyen taraf başlama vuruşu yapacaktır.
    4.     Bir gol, ancak top  kale direkleri arasından (hangi yükseklikten olursa olsun)  taçtan atılmadığı, taşınmadığı  takdirde sayılacaktır.
    5.     Top taca çıktığında, topa dokunan ilk oyuncu, topun alanı terk ettiği noktadan, alana dik açı ile atışı kullanacaktır. Top oyun alanında yere değmeden topa temas edilemez.
    6.     Bir oyuncu topun önüne geçtiği anda oyun dışı kalır ve mümkün olduğunca çabuk topun arkasına geçmelidir. Eğer top kendi takımından bir oyuncu tarafından pas olarak atılmışsa, rakip takımdan biri ya da kendi takımından topun gerisinde herhangi bir takım arkadaşı dokunana kadar topa dokunamaz. Ancak kale çizgisinin arkasından topa vurulduğunda hiçbir oyuncu oyun dışında kalmaz.
    7.     Topun kale çizgisini geçmesi durumunda, eğer kaleyi savunan takımdan biri topa  önce değerse, bu takımdan  biri kale çizgisinden  diğer tarafa doğru bir  serbest vuruş kullanacaktır. Eğer diğer taraftan bir oyuncu önce dokunursa, bu takımdan biri kale çizgisinin 15 yarda ( 13.75 m.) dışından topun dokunulduğu yere doğru bir vuruş yapar.
    8.     Bir oyuncu top ile rakip kaleye doğru uygun şekilde topu yakalarsa bir serbest vuruş hakkı kazanır. Eğer oyuncu topuğu ile bir işaret yaparsa topa vurmak yerine istediği kadar geriye gidebilir ve diğer oyuncular işaretli yerin önüne geçemezler.
    9.     Hiçbir oyuncu topla birlikte koşamaz.
  10.   Rakip kaleye doğru top ile koşan bir oyuncunun rakipleri şarj yapma, çekme, çelmeleme ve topu alabilmek için mücadele edebilme hakkına sahiptirler; fakat hiç bir oyuncu aynı anda hem çekilip hem de çelmelenemez.
  11.   Kural 10 da belirtilen kıstaslar dışında, hiç bir oyuncu ellerini ve dirseklerini kullanarak rakiplerine müdahale edemez ve ne çelme takmaya ne de çekiştirmeye müsaade edilmez.
  12.   Bir oyuncu diğerine, ikisi de aktif oyunda ise şarj yapabilir. Bir oyuncu oyun  dışı olsa bile  şarj yapılabilir.
  13.   Bir oyuncu,  ancak doğru bir şekilde topu yakalarsa veya ilk vuruşta top kendisine gelirse başka birine pas verebilir ya da vurabilir.
  14.   Hiç bir oyuncu koruyucu  tabakalar, demir plakalarla botlarını takviye edemez.

Bu kuralların centilmence uygulanması için maçlarda, tarafların her biri birer temsilci atayarak maçlarda iki temsilci ile hakemlik görevi ifa edilmekteydi. Bu temsilciler karar veremediklerinde hakeme başvurmak suretiyle karar verilirdi. Bu temsilcilere 1873 yılında oyuncuların topu elle oynadıklarında serbest vuruşun verilme hakkının yanında 1874 yılında ise herhangi bir oyuncunun kuralları kalıcı bir şekilde ihlali durumlarında oyundan ihraç etme haklarını vermiştir. Hakem terimi ilk olarak 1874’deki oyun kurallarında tanımlanmıştır. Daha sonraları maçlar, daha çekişmeli olmaya başladıktan sonra kademeli olarak daha tarafsız hakemler maçlarda görev almaya başlamışlardır. 1878 yılında ise, hakemler tarafından ilk düdük Nottingham Forest-Sheffield Norfolk maçında kullanılmıştır. Futbol Federasyonu hakemlerin maçlarda centilmenliğin tek karar vericisi olduğunu 1891 yılında karar vermiştir. Atanan iki temsilci taç çizgilerinde hakeme yardımcı olması için görevlendirilmekteydi. Taç çizgilerinde hakeme yardımcı olmak için ellerinde bayrakla karar vermekteydiler. Kademeli olarak tam bağımsız resmi hakemlik müessesi 1908 yılında Hakemler Birliği’nin kurulmasıyla oluşturulmuştur.

Futbol çok hızlı bir şekilde uluslararası alanda yaygınlaşıp popular olmasından dolayı kurumsallaşmalar da o paralelde seyir izlemiştir. Ülkeler arası ilk kurumsallaşma IFAB’ın oluşturulmasıyla başlanmıştır. İngiliz Futbol Federasyonu, futbol kurallarının standartlaştırmak için İrlanda, İskoçya ve Galleri 1886 yılında toplantıya çağırarak IFAB’ın ilk toplantısını geliştirmiştir.  Mayıs 1904 yılında Fransa, Belçika, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç ve İsviçre ülkeleri bir araya gelerek FİFA’nın kurulmasını sağlamışlardır. FİFA 1913 yılında IFAB’ın üyesi olduktan sonra IFAB’ın karar alma yapısı da değiştirtmiş oldu.  
Daha sonraki dönemlerde, futbol oyun kuralları sürekli şekillerde gereksinim duyuldukça değişikliğe uğramıştır. Örneğin, oyun kuralları 14 maddeden 17’ye 1930 yılında çıkartılmasının yanında futbol eski kurallar İngiltere Viktorian dilinde kaleme alınmıştı. Fakat bu dil ve kodla yazılan kuralların daha anlaşılabilir olması için rasyonel bir sırada 1937 yılında tekrardan kaleme alınmıştır.

·         Referanslar:

2016/2017 Futbol Oyun Kuralları (İngilizce)








2016/2017 Futbol Oyun Kuralları (İngilizce)

Başlıklardaki Değişiklikler;
Eski BaşlıkYeni Başlık
Kural 3   Oyuncuların SayısıKural 3   Oyuncular
Kural 6   : Yardımcı HakemlerKural 6   Diğer Hakemler
Kural 10 : Gol Yapma YöntemiKural 10 : Bir Maçın Sonucunu Belirleme



24 Ağustos 2015 Pazartesi

Eko - Turizm ve Gereklilikleri

Ülkeler, 1990'lı yıllara kadar nüfuslarını beslemek için daha fazla üretim yapmış veya daha fazla doğal kaynaklar sömürmüştür. Özellikle, sürdürebilirlik kavramının da kalkınma programlarına dahil edilmesinden sonra çevre, kültürel miras ve bio-çeşitlilik gibi kavramlarla, kalkınmanın yelpazesi genişlemiştir.Eko-turizm faaliyetleri ise, sürdürülebilirliği amaç edinmiş bir olgular bütünüdür. Lefke ve yöresinde bulunan ve turistlerin ilgisini bekleyen birçok turizm öğesi bulunmaktadır. Bu öğelerin de turistlerin hizmetine sunulması beklenmektedir. Bu hizmetlerin eko-turizme yönelik sunulmasında aşağıdaki yazının ışık tutacağı düşüncesindeyim.




Eko-Turizm İnsanların yer değiştirmesinden kaynaklanan bir aktiviteler bütünü şeklinde değerlendirilen turizm, günümüz dünyasının en önemli olgularından birisidir. Nitekim küreselleşmeyi toplumsal ve ekonomik açılardan en çok kolaylaştıran faaliyetin turizm olduğu artık kabul edilmiştir. Gelir getiren ve istihdam sağlayan bir sektör olarak turizm, özellikle kalkınmakta olan ülke ekonomileri için büyük bir kaynak durumundadır. Bu açıdan bakıldığında, coğrafi çevrenin turistik amaçlı kullanım alanları da gittikçe genişlemektedir. Buna karşın turistik etkinlikler, bir ülkenin doğal ve kültürel coğrafyasının sahip olduğu olanak ve kısıtlamalarla yakından ilgilidir. 1990’lı yıllardan itibaren dünyada doğal kaynakların sürdürülebilir kullanılması gerektiği kabul görmeye başlamıştır. Toprak, su, orman vb. doğal kaynakların bugünkü kuşakların ihtiyaçları için kullanılırken gelecek kuşaklarında bu doğal kaynaklara gereksinim duyacağının göz ardı edilmemesi gerektiği ülkelerin ortak konusu olmuştur. Bu konuda çeşitli ülkelerde yoğun olarak gösterilen çabalar olumlu olarak değerlendirilebilir. Ancak dünyada çevre sorunlarının giderek ağırlaşması nedeniyle doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı konusunda gösterilen çabaların yetersiz kaldığı söylenilebilir. 
Turizm açısından bakıldığında, “sürdürülebilirlik, turizmin kaynağı olan doğal, tarihi, kültürel, sosyal ve estetik değerlerin korunup geliştirilerek çekiciliklerinin devamının sağlanmasıdır”. Daha genel bir biçimde ise, sürdürülebilir turizm, “insanın etkileşimde bulunduğu veya bulunmadığı çevrenin bozulmadan veya değiştirilmeden korunarak, kültürel bütünlüğün, ekolojik süreçlerin, biyolojik çeşitliliğin ve yaşamı sürdüren sistemlerin sürdürüldüğü ve aynı zamanda tüm kaynakların, ziyaret edilen bölge insanının ve turistlerin ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri biçimde yönetildiği bir kalkınma şeklidir”.


Tanımında sürdürülebilirlik kavramının temel olduğu tek turizm çeşidi eko-turizmdir. Eko-turizmin en önemli ayırt edici özelliği, doğal, sosyokültürel ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir usulde gerçekleşmesi zorunluluğudur. Tüm turizm çeşitlerinin sürdürülebilir bir anlayışla gerçekleşmesi beklenirken, eko-turizm için bu özellik bir zorunluluk olmaktadır. 
Hector Ceballos-Lascurain tarafından ilk kez 1983 yılında kullanılan eko-turizm kavramı şöyle tanımlanmaktadır; “Çevre üzerinde mümkün olduğunca az etki bırakarak peyzajı, yaban yaşamı, kır olgusunu inceleme, gözlemleme ve yaşama gibi özel amaçlar ile bozulmamış ya da kirlenmemiş doğal alanlara yapılan gezileri içeren bir turizm şeklidir. En önemli kısmı yerel halkın sürece dâhil olması böylece sosyoekonomik yararların kazanılmasıdır. Eko-turizm kavramının özünü, ekonomik yönden verimli, toplumsal açıdan sorumlu ve çevre-doğa bağlamında sorun yaratmayan uygulamalar oluşturmaktadır.
Eko-turizm, oldukça yeni bir kavram olmasının yanında, “1992 Rio Çevre Zirvesi'nde” sürdürülebilir bir dünya ve çevre için kriterler ortaya konmuştu. Bu kriterler, turizme de uyarlanarak, çevreye zarar vermeden, ondan yararlanma yöntemlerinin geliştirilmesi ve tüm yerli halkların kültürlerini yok etmeden, onların turizm faaliyetlerinden yararlanmalarının sağlanması şeklinde özetlenmişti. Günümüze kadar geçen süreç içinde, "eko-turizm" kavramı ve tanımı benimsendi ve 2002 yılının Mayıs ayında, Kanada'nın Quebec kentinde, 133 ülkeden gelen 1100 delegenin katılımıyla yapılan "Dünya Eko-turizm Zirvesi’nde, tüm ülkelerin benimsediği ortak bir tanım saptandı. Buna göre eko-turizm "yeryüzünün doğal kaynaklarının sürdürülebilirliğini güvence altına alan, bunun yanısıra yerel halkların ekonomik kalkınmasına destek olurken, sosyal ve kültürel bütünlüklerini koruyup gözeten bir yaklaşım ya da tavır" olarak benimsendi. Bu kavramı benimseyen ülkeler doğal olarak benimsemeleri gereken prensipler ve uygulayacakları yöntemleri bölgemize adapte etmemiz gerekmektedir.

Bunlar;
1- Devletimiz, bu sektörde faaliyet gösterecek işlemelerin önünü görmesine yönelik olarak Ekoturizm politikalar ışığında planlamalar hazırlayarak hedefler oluşturması ve gelecekte hangi faaliyetleri uygulayacağını veya hangi önlemler alacağını sağlanması gerekmektedir.
2- Ekoturizm yönelik kuralları oluşturarak bir bütünsellik sağlanması gerekmektedir.
3- Lefke bölgesinde üretilen ürünlere gerek işleme gerekse paketleme koşullarını geliştirerek katma değer sağlamak, üretilen ürünlerin pazarlama ve tanıtım imkanlarını geliştirmek,
4- Bölgemizde Eko-turizmin sürdürülebilir ekonomik yapısını sürekli şekilde takip ederek risk unsurlarını zamanında alınacak önlemlerle minimize etmek.

Eko-turizmde uyulması gereken kurallar; 
Yukarıdaki tanım uyarınca eko-turizm, herşeyden önce "çevre ve kültür değerlerinin sürdürülebilirliğini garanti altına alan, yerel halklara maddi yarar sağlayan turizm" olarak kavransa da, ağırlıklı faaliyet alanı olarak doğada yapılan turizm türlerini kapsamaktadır. Buna göre, el değmemiş doğada yapılan tüm turizm çeşitleri, eko-turizmin kapsamına girmektedir. Eko-turizmin iki önemli kriteri bulunmaktadır.


1) "Doğal çevrenin sürdürülebilirliği" ilkesine, bu doğa turlarında sıkı sıkıya uyulmalıdır. 
Doğa turlarında seçilen rota, bu turlar için eğitilmiş uzman rehber kullanılması, turlarda mutlaka uyulması gereken kurallar çok önemlidir. Gerek tur düzenleyen acentelerin gerekse tur katılımcılarının uyması gereken diğer kurallar ise şöyle özetlenebilir: 
• Doğal koruma alanı ve özel ilan edilmiş bölgelerde, ilgili bakanlık ve kurumlarca konulmuş kurallara ve girilmesi ya da kamp yapılması yasak ya da kısıtlamalı bölgelerdeki yasaklara uymak,
• Gezilen veya kamp yapılan yerlerde belirlenmiş gezi rotaları varsa, bunlara kesinlikle uymak, tecrübeli doğa rehberinin uyarı ve yol göstericiliğine uymak, 
• Gezilen yerlerde flora ve faunaya asgari zarar verecek şekilde hareket etmek, 
• Gezi faaliyeti sırasında çevreye hiçbir şekilde atık bırakmamak, doğada silinemeyecek izler bırakmamak, 
• Özellikle nesli tehlikede bulunan hayvanların bulunduğu bölgelerde gürültü, vb. kirlilik yaratmamak, • Acenteler için: flora ve faunanın korunmasına özel önem verilen yerlerde gerek yıl içinde, gerekse uzun vadede tur rotalarını, koruma ilkelerini gözeterek, sık sık değiştirmek; yetkili resmi kurumlar tarafından doğa ve dağ rehberliği sertifikasyonu varsa, mutlaka sertifikalı rehberler kullanmak, eğer yoksa, doğa turları konusunda uzman kurum ve kişilerden eğitim almış tecrübeli rehberler kullanmak.
2) Eko-turizmin ikinci önemli kriteri ise "yerel kültürlerin sürdürülebilirliği ve yerel halkların bu turizm faaliyetinden yarar sağlaması ilkesi” de iki önemli prensibi içerisinde barındırıyor. 
Bunlar;
i) Eko-turizm faaliyetinin yapıldığı bölgenin yerel halkının, bu faaliyetten maddi bir pay alması; Bunu sağlamak için öncelikle, uluslararası büyük tur operatörlerinden ziyade, ülke hatta bölge çapındaki daha küçük acentelerin eko-turizm faaliyetinde yer alması arzu ediliyor. Bu acentelerin, tur programlarını yaparken, olabildiğince tur gereksinimlerini bölgeden sağlamaları, bölgeye maddi yarar sağlanmasının önemli bir önkoşuludur.
ii) Diğer önemli prensip ise, bir bölgeye turizm aracılığıyla katkı sağlarken, maddi ve manevi kültür unsurlarının bozulmamasıdır. Otantik kültürlerin, ahlaki değerlerin bozulmadan yaşadığı bölgelerde, turist gruplarının bu değerlere saygılı davranması gerekiyor. ( kılık-kıyafet konusuna özen göstermek, dini ve ananevi değerlere saygılı davranmak, yerel yeme-içme-eğlenme, vd. geleneklere uyumlu davranmak ve mümkün olduğunca katılmak, vs.gibi) Ayrıca maddi kültür eserlerine de saygılı davranmak, korumacılığı desteklemek, gerek turizm profesyoneli, gerekse tüketici olarak, yerel dokuyla uyuşmayan modern mimari ürünleri yerine, koruma altına alınmış otantik yapılarda hizmet veren konaklama tesislerini tercih etmek ve desteklemek gerekiyor. 
Artık tüm dünyada bu çevreci tutumu benimseyen acentelerin ve onların turları destek görüyor ve tercih ediliyor. Hatta bu anlayışla faaliyet gösteren acentelerin, özel ödüller, belgeler veriliyor. Gerçekten de, insanların tüm yeryüzünde birbiriyle buluşması, kaynaşması ve barış içinde bir arada bulunmasını sağlayan turizm hareketleri, ancak böylesi bir anlayışla, var olan değerlere zarar vermeden sürdürülebilir. 
Bunlara ek olarak, kırsaldaki işletmelerin eko-turizmde uyması gereken standartlar mevcuttur. 
Bunlar; 
1) İşletmelerindeki Ekipmanlar 
2) İşletmesinin çevre dostu faaliyetleri 
3) Hizmet kalitesi sertifikasyonu 
4) Hizmetlerinde kişisel ilgi, gizlilik ve ambiyansı sağlaması 
5) Gıda güvenliği ve emniyet tedbirleri 
Özetle, eko-turizm faaliyetleri sürdürülebilir değerler bütünü olmasının yanında devlet politikalarında göz önünde bulundurması gereken bir olgu, işletmelerinin bu turizm faaliyeti esnasında uyması gereken kurallar, kriterler ve bu kurallara uymasını kolaylaştıracak eylem bütünüdür. Ayrıca, eko-turizm faaliyetlerinde bulunacak işletmeler alt yapılarını geliştirmek zorundadırlar. Bunları yapabilmek için de bir bütçeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede işletmelerin yararlanabilecekleri çeşitli finansman kaynakları bulunmaktadır. Bu finansman kaynakları arasında kısmi hibe veya uzun vadeli düşük faizli krediler yer almaktadır. Yukarıda belirttiğim bilgiler ışığında Lefke Bölgesinde Eko-Turizm faaliyetleri uygulamak hedeflerimiz arasında olduğu için bizi bekleyen koşullara adapte olmamız gerekecektir.

18 Haziran 2015 Perşembe

Kuzey - Kıbrıs'ta - Ekonomi-Tarım ve Turizm - Hibeleri



Ülkemizde, mali katkı (Hibe) alınmasına yönelik bireysel proje hazırlama süreçlerine Kalkınma Bankası, UNOPS veya UNDP-PFF'nin uygulamış olduğu programlarda rastlayabilirdik. Avrupa Birliği'nin Kuzey Kıbrıs'a yönelik mali desteklerinin de 2009 yılından sonra uygulanmaya başlamasıyla birlikte "Proje Hazırlama Mantığında" da değişimler gerçekleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin 2011 yılına kadar sağlamış olduğu finansal katkılar yatırım projeleri çerçevesinde verilmekteydi. Bu finansal katkılara ek olarak Tarım, Turizm ve Ekonomi sektörlerine yönelik uygulanan programlarla hibeler verilmeye başlanmıştır. 

Ülkemizde yer alan tüm üretim veya hizmet sektöründe yer alan işletmeler bu tür hibe programlarından yararlanmak için projeler hazırlamaları gerekmektedir. Bu çerçevede proje denilince ne anlamanız  gerektiği hususunda bir kaç noktayı sizlerle paylaşıyorum:

İlk Önce Beyin Fırtınası Yaratılarak Fikirler Ortaya Konulması Gerekmektedir...
"FİKİR": Bir Sorunu çözmek için aklımızdaki düşünce
Sorunların çözümüne yönelik bir toplantı gerçekleştirilir. Bu toplantıya katılanların tahayyülünde canlandırdığı fikirler belirlenip değerlendirildikten sonra uygunluğu ortaya çıkmaktadır. Her fikir bir projeye dönüştürülecek diye bir zorunluluk olamaz. Değerlendirme sürecinde (Analizde) sürdürülebilirliği ortaya konulduktan sonra projeye dönüştürülme süreci başlamaktadır. 

 "PROJE": Belirli bir amaca ulaşmak için dikkatlice planlanan ve tasarlanan, bireysel veya toplu girişimleri proje diye tanımlayabiliriz. 
Örnek: Bir Sorun Var-Bir sorunu çözmek için fikirlerimiz var-Fikirlerimiz projelendirilir-Projelendirme gerek bireysel gerekse toplu olarak projemizi iyi bir şekilde planlar ve tasarlarız. Bu tasarlama sürecinde Projenin bir hedefe yönelik olabilmesi için dikkat etmemiz gerekenler arasında;
A) Belirli bir "Zaman"
B) Belirli Bir "Bütçe"
C) Belirlenen Amaçlar
D) Projedeki Faaliyetler

Yukarıdaki belirtilen çerçevede düşünerek;
Türkiye Cumhuriyeti'nin Mali Katkısı, Çukurova Kalkınma Ajansının Teknik desteği ile Ekonomi, Turizm ve Tarımla ilgili bakanlıkların kontrolünde hibe programlarına başvurularınızı yapabilmeniz için aşağıdaki linklerden yararlanabilirsiniz...