Kuzeyden Bakarak, güncel konular hakkında düşüncelerimin, kendime yazdığım araştırma yazılarımın ve Kıbrıs'ta geçirilen üç güne dair bilgileri sizlerle paylaştığım bir blog sitesi
13 Kasım 2017 Pazartesi
Yazılı Olmayan Kurallara Göre Kimler Milletvekili Adayı Olmalı
Bu yazım, mesleğin verdiği özgüvenle, klavyenin tuşlarından kısa sürede düşüverdi.
Son dönemlerde siyasi arenada yapılan eleştirilerin hat safhaya ulaşmasının sonucu olarak, halkta yeni vekillere karşı bir sempati olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bunun idrakinde olan yeni aday adayları gerek ücretli, gerekse ücretsiz siyasi partilerin kapısını çalmakta veya siyasi partiler tarafından kapıları çalınmakta. Bunların dışında, hevesli adaylar seçime bağımsız olarak da katılma şansını yakalayabilecektir.
KKTC vatandaşları gerekli nitelikleri taşıdıkları takdirde, aday olmalarında herhangi bir beis bulunmamaktadır.
Çünkü, Milletvekili olmak Anayasal bir haktır.
"Yirmibeş yaşını bitirmiş olan her yurttaş seçilme hakkına sahiptir" (KKTC Anayasası Madde 68.2)
Seçilme hakkına sahip herkes aday olabilmeli mi?
Bence Kakafoni yaratmadan aday olunmalı...
Seçim ve Halk Oylaması Yasası'nda yapılan değişiklik sonucu adayların işi biraz daha zorlaştı. Eskisi gibi salt bağlı bulunduğu bölgenin insanlarından oy talebinde bulunması artık kifayetsiz kalacaktır. Bireysel yaklaşımdan çok toplumsal hareket edebilen adaylar bu seçimde biraz daha avantajlı konumda yer alabilecektir.
Yazılı olmayan kurallara göre kimler aday olmalı? (Siyasalda okurken böyle bir ders yok)
1. Vizyon Sahibi: İleriye görebilen ve ileriye yönelik bir ülküsü olanlar,
2. Vizyonu doğrultusunda Misyon (Görev) Bilinci Yüksek: Yaratılan ülküye ulaşmak için kendisine görevler listesi oluşturanlar
3. İçsel Motivasyonu Üst Seviyede: Politikaların toplumun yararına yapıldığının bilincinde olanlar
4. Dışsal Motivasyonu Alt Seviyede: Politikaların ücret ve mevki adına yapılma güdüsü olmayanlar,
5. Kendi Yeteneklerini Sürekli Yenileyen: Kendi alanında en iyisi olmak için sürekli olarak eğitimlerle kendini yenileynler.
6. Toplumla Bütünleşmiş: Sürekli olarak toplumun içinde, toplumun sorunlarını dinleyerek, toplumun sesini kendi egosunun sesinden önde tutanlar,
7. Sorunlara Duyarlı: Vizyon ve misyonu göz önünde tutarak, olumsuzluklardan rahatsızlık duymak ve onları sorun olarak görenler,
8. Çözüm Odaklı: Sorun olarak gördüğü olumsuzluklara yönelik çözümler geliştirenler. Einstein'in "Problemi yaratan beyin, çözüm olamaz" söylevini kendine şiar edinenler,
9. Pragmatik Yaklaşmalı: Sorunların çözümünde yaratıcı fikirler sunabilenler
10. Edilgen olmamalı: Sorunların çözümünde başkasının değil kendine özgü fikirlerini ortaya koyanlar,
11.Yasa Yapmaya Kendini Adamalı: Toplum yaşamını düzenleyen mevcut Yasal Mevzuatların güncelleştirilmesi veya yeni oluşturulması gereken onlarca Yasal Mevzuatın gerekliliğinin farkında olanlar ve bunların Meclis'ten çıkması için üstün gayret göstermesi gerekenler,
12.Sosyal Medyayı Etkin Kullanmalı: Ninelerimizin bile sosyal medya hesabı bulunduğunu farkında olanlar. Bir hafta önce açılan hesapların işe yaramayacağını bilenler.
13. Kaybetmenin Varlığından Haberdar Olma: Seçim sonunda herkesin kazanamayacağı ve kaybetmenin de seçenekler arasında olduğundan haberdar olanlar. Haberdar olma, kaybetmenin oluşturacağı travmanın kısa sürede atlatmasına yardımcı olacaktır.
Her Aday Anayasal Hakkını kullanarak aday olmalı.
Adaylara çıktıkları bu meşakatli yolda başarılar dilerim.
10 Ekim 2017 Salı
Türkiye-ABD İlişkisine Güneyden Bakış
İki aşığın balayı süreci, 1949’daki Marshall Planı ile başlamış, 15 yıl gibi kısa bir sürede tehditleri oluşturan harflerin kağıttan çıkacak cinsten olan Jonhson mektubuyla aşkta çatırdamalar yaşanmıştır. Daha sonra, söz dinlemeyen küçük aşığın başı Ecevit hükümeti, 1 Temmuz 1974’te yasaklı olan Afyonu tekrar ekecem ve Amerikan ahalisinin kafasını bulduracam moduyla büyük aşığa kafa tutmuş (ABD’ye göre Türkiye’de üretilen haşhaşın %80’i ABD’de afyon olarak kullanılmaktaydı), akabinde 16 Ağustos 1974 2. Kıbrıs Barış harekatının sonlanmasıyla da, ABD’deki dinamikler devreye sokularak, afyon krizi neticesinde gündemde olan silah ambargosunu yürürlüğe koymuştur. 12 Eylül darbesindeki ABD parmağı ile ilişkiler düzelmeye başlanmış, Özal döneminde ise, gerek Batıya dönük dış politikası, gerekse imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasıyla ilişkide süreklilik sağlanırken, Tayyip Erdoğan dönemindeki 1 Mart tezkeresine kadar da sürmüştür (Tezkerenin geçmemesi Barzani’ye yaramıştır, neye nimet, neye kısmet). Sonrasında Türkiye, İran ambargosunu delme adına, Rıza Sarraf silahını masaya sürmesiyle, kırılma riski olan fay hattı çatırdamıştır. Türkiye 15 Temmuz darbesinde travmatik dejavu yaşayarak, darbenin içinde ABD olma şüphesi üst seviyeye çıkmıştır. Kısacası, TC-ABD arasındaki ilişki karşılıklı çıkar doğrultusunda inişli çıkışlı grafik çizmiştir. Bugünlerde gördüğümüz ilişkideki sarsılma, birbirlerine olan ihtiyacın üst seviye çıktığı zaman tekrardan düzelecektir. Bu sebeple, her iki taraf süreçte itidalli olmazsa, başlarının ağrıması olasıdır. Bu arada, diplomasi en güçlü araç, kullanmasını bilene..
20 Eylül 2017 Çarşamba
Serbest Ticaret Baskısında Korumacılık Politikasının Uygulanması
Ekonominin her döneminde yandaşları ve
karşıtları olan, zamanla canlılığını yitirmeyen, geçmişi çok gerilere gitse de
gündemden hiç düşmeyen ezeli sorunsallar arasında müdahaleci veya özgürlükçü
devlet, denk bütçe-açık bütçe, ithal ikameci sanayileşme - ihracata yönelik sanayileşme,
piyasa-regülasyonu gibi sorunsalları yer almaktadır. Serbest ticaret ile
korumacılık sorunsalı da “yılların yıpratamadığı” bu sorunsalların en
esaslıları arasında yer almaktadır.
Serbest ticaret ve korumacılık tartışmaları
Merkantilist (16.-17.yy - Bir milletin refahı anaparanın miktarına bağlıdır) ve Fizyokrat
(18.yy - Gelir ve servetin tek kaynağı tarım) görüşlerin yaygın olduğu
dönemlere kadar geriye gider. Yerli üretimin mevcut olduğu ülkelerde, yerli
sanayiyi, iç piyasayı veya yerli sanayilerde çalışan işgücünü himaye etmek amacıyla
korumacılık politikası uygulamaktadır. Fakat,
bu politikalara karşı geliştirilen argümanlar ise, daha yüksek refah, daha
kaliteli, daha çeşitli ve daha ucuza mal ve hizmet temini için serbest ticaret
politikasını savunmaktadır.
Dünya Ticaret örgütü, üye ülkeler arası ticarette
liberalleşmenin sağlanması için çeşitli görevleri yerine getirmektedir. Bunlar;
çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarını uygulamasını ve denetlemesini sağlama,
ticari uyuşmazlıkları çözüme, üye ülkelerinin ulusal ticaret politikalarını
izleme ve küresel düzeydeki ekonomik politikalarla ilgili kuruluşlarla
işbirliğinin sağlanmasının yanında gelişme içinde yer alan ekonomileri, çok
taraflı ticaret sistemi ile bütünleşmelerine yardımcı olmaktadır.
Dünya Ticaret Örgütü’nün temel ilkeleri ve
prensipleri arasında yer alan, Ulusal Muamele Kuralı, üye ülke piyasalarındaki
yerli ürünlere uygulanan ticaret rejiminin ithal mala uygulanmasını de önermektedir.
Bu politikanın uygulanması, ithal ürünlerin yerli üretimin girdi maliyetinin
altında ülkeye girmesine ve ilgili yerli sektörün rekabet gücünün azalmasına
sebebiyet verme riskini taşımaktadır.
Diğer ilke ve prensip olan Tarifeler Yoluyla
Koruma Tarife dışı engellerin bazı istisnalar dışında tümüyle yasaklanması ve
zamanla tarifelerin de giderek azaltılmasını öngörmektedir. Buda, DTÖ veya
Avrupa Birliği gibi uluslararası bir örgütün üyesi olmayan ülkelerin üretim ve
sanayilerini ciddi anlamda korumasız bırakımaktadır.
Ülkemizde Gayri Safi Milli Hasıla'nın %5,6’si
tarım sektöründen, toplam istihdamın içindeki payı %3,6’sı, ihracatın %25,61’i
tarımsal ürünler ve %58,84’ü işlenmiş tarım ürünlerinden karşılanmaktadır. Toplam ihracat içerisinde tarımın %84,45 pay
ile ülkemiz için ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Fakat, ülkemizdeki tarımsal üretimde girdi
maliyetlerinin yüksek olması, izolasyondan kaynaklanan ek yükümlülüklerden
dolayı korumacılık politikasının uygulanması kaçınılmazdır. Ayrıca, üretimin
optimum seviyeye ulaşmaması ve hala daha gelişmesi yönünde alt yapı
yatırımlarına ihtiyaç duyulmasından, gelişmiş ülkelere göre daha savunmasız ve korunmaya
muhtaç konumundadır.
Bununla birlikte, Kıbrıs sorununun hala daha
çözülememesinden dolayı, beslenmenin ulusal güvenlik bağlamında
değerlendirilmesi gerekmektedir. Ani gelişebilecek olası güvenlik veya savaş
halinin gerçekleşmesi halinde, insan beslenmesindeki temel ürünlerin iç
piyasadan karşılanması gerekliliği hasıl olacağından yerel üretimin korunması
elzemdir.
Serbest ticaret denilince akla malların serbest
dolaşımını sağlayan Gümrük Birliği gelmektedir. Avrupa Birliği’nin dış ticareti
salt Gümrük Birliği’nden de oluşmamaktadır. Avrupa Birliği, tarımsal ürünlerin
ithalini yasaklayan politika izlememesinin yanında Gümrük Birliği dışında yer
alan ülkelerden ithal edilen ürünlere gümrük ve kota sistemi uygulamaktadır.
Avrupa Birliği 3. ülkelerle yaptığı ticarette
tarımsal ürünleri iç güvenlik bağlamında değerlendirip, birincil ürünlerde
ülkedeki üretimin miktarına göre dönemsel vergileri veya tercihli vergileri
kullanmaktadır. Dönemsel olarak uygulanan vergilerde, ürünün üretildiği döneme
göre ülkeye giriş fiyatı belirlenir ve o fiyatın altında gerçekleşmesi
durumunda gümrük vergisinin yanında kota sistemi de uygulamaktadır. İşlenmiş
tarım ürünlerinde ise ürünün içeriğine göre teknik vergi ve kota sistemi
uygulamaktadır. Bununla birlikte, süt ürünleri arasında yer alan mozarella,
çedar, edam, kaşkaval ve tulum peynirini stratejik ürün olarak değerlendirilip
her 100 kg için yüksek kota vergisi uygulamaktadır.
Türkiye’yi incelediğimizde ise, yerel üretimin
korunması için korumacılık politikaları uygulamaktadır. Önümüzdeki dönemde,
tarımsal ürünlerin Gümrük Birliği kapsamına alınması yönünde görüşmeler
başlamış ve gerçekleşmesi halinde ise TC-AB arasındaki tarımsal ürünlerin
ticaretinde gümrük ve diğer tarife dışı engeller kaldırılacaktır. Eğer,
tarımsal ürünler Gümrük Anlaşması kapsamına alınmazsa, Türkiye ayrıcalıklı ülke
statüsü devam edecektir. Fakat, Gümrük Birliği dışındaki ülkelerle yapılacak
tarımsal ürünlerin ticaretinde yüksek gümrük vergisi uygulaması devam
edecektir. Özellikle, Türkiye’de üretilen et ve süt ürünlerini stratejik olarak
değerlendirip, ülke içindeki üretimin korunması için ithal ürünlere yüksek
gümrük vergileri uygulamaktadır. Bitkisel üretimde ise, muza uygulanan yüksek
gümrük vergisi ülke içindeki muz sektörünün rekabet etme şansı tanımaktadır.
Kuzey Kıbrıs’taki süt ve süt ürünlerinin
ithalatında ise, içeriğindeki yağ oranına göre değil, ithalatı
gerçekleştirilecek miktar baz alınarak Gümrük Vergisi uygulanmaktadır. Avrupa
Birliği süt ve süt ürünlerin ithalatında yukarıda belirttiğimiz gibi teknik
vergi uygulamaktadır. Örnek verecek olursak, Avrupa Birliği süt ithalatında
muhteviyatındaki yağ oranına bakarak, yağ oranı %1,5 ve altında ise, her 100
kilograma 125 € gümrük vergisinin yanında her 100 kg için 119 €’da kota vergisi
almaktadır. Fakat, yağ oranı %1,5 üzeri ise, her 100 kilograma 1,19 € gümrük vergisinin
yanında her 100 kg için de 21 € kota vergisi almaktadır. Kısacası, yağ oranı
arttıkça, ödenen gümrük ve kota miktarında azalma gözlemlenmektedir.
Özetle, Kuzey Kıbrıs’ın mevcut jeo-politik ve
sosyo-ekonomik koşulları dikkate alındığında, korumacılık politikasının
uygulanması elzem olmasının yanında özellikle, süt ve süt ürünlerinin
ithalatında Avrupa Birliği ve Türkiye’de olduğu gibi ithal edilecek malın
muhteviyatına göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
8 Temmuz 2017 Cumartesi
2017 / 2018 Futbol Oyun Kuralları
1) Oyun Kuralları Kitabını İndir (2017-2018)
2) Oyun Kuralları Değişikliklerinin Özeti (Hazırlaya Derviş Atakan)
19 Haziran 2017 Pazartesi
LEFKE TARIMINA ÖZET BİR BAKIŞ
Kuzey Kıbrıs'ın tarım sektörü,
beslenme ve iş gücüne etkisi, milli gelire katkısı ve sanayi sektörüne
sağladığı ham madde ile ekonomik, sosyal bir sektör olma özelliğini koruyor.
Özellikle, Lefke bölgesindeki tarımsal faaliyet sonucu ortaya çıkan üretimin, sosyo-ekonomik
yapıya sağladığı katkısı yadsınamaz bir gerçektir.
Lefke bölgesinde tarımsal
faaliyet süreci, ülke şartları ile ayni paralelde seyretmiştir. Tarım, İngiliz
yönetiminin adaya gelmesiyle birlikte, bilimsel temellere dayalı yapılmaya
başlanmıştır. Lefke’ye bağlı yerleşim yerlerinin hemen hemen tümünde bitkisel
ve hayvansal üretim yapılmaktadır.
Bitkisel Üretim
Lefke bölgesindeki belli başlı
ürün gruplarını aşağıdaki tablodan sıralanmaktadır.
ÜRÜN
|
ÜRETİM ALANI (DÖNÜM)
|
ÜRETİM MİKTAR
TON
|
Narenciye
|
7.285
|
22.615
|
Zeytin
|
1.335
|
510
|
Patates
(Yılda 2 Kez)
|
700 X2=
1.400 Dönüm
|
4.000
|
Çilek
|
95
|
295
|
Hurma
|
167
|
30
|
Ceviz
|
97
|
87
|
Yukarıdaki tablodan görüldüğü
üzere, bölge çiftçisi verimli toprak ve suyun avantajını kullanarak sulu tarım
yapıldığı görülmektedir. Narenciye ve patates ürünlerinin Kuzey Kıbrıs’ın ana
ihraç malları arasında yer aldığını göz önünde bulundurursak, Lefke’de üretilen
ürünlerin Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya ciddi katkısının olduğunu
belirtebiliriz.
Ülke narenciye ekim alanlarının
yaklaşık %20’si, patates ekim alanlarının %21’i, zeytin ekim alanlarının %6’sı Lefke’de
bulunmaktadır. Gazimağusa ve Lapta bölgesinde narenciye sektöründeki gerileme
hatta yok olma sürecinin yaşanması, Lefke narenciyesini ekonomide önemli bir
seviyeye yükseltmiştir. Son dönemlerde, ülke içindeki zeytine olan talebin
artması ve zeytinyağı ithaline izin verilememesi Lefke içerisinde zeytin
plantasyon alanlarının artmasını sağlamıştır.
Yumru bitkiler arasında yer alan
Kolokasın üretimi de ülkenin ihtiyacını karşılamaktadır. İklim şartlarının
bölgede uygun olması, Avokado, Mango, ve diğer tropik meyvelerin yetişmesine de
olanak sağlamaktadır.
Son dönemlerde, bölgede yapılan
festivallerin üretime de önemli katkısı olmuştur. Üniversite öğrenci sayısının
ciddi artış göstermesi, üretime olan talebin de ayni oranda artmasını
sağlamıştır. Tarladan toplama faaliyetini, Kuzey Kıbrıs'a yayılmasını sağlayan
çilek üreticileri de, üretim alanlarını artırmıştır. Lefke bölgesinin Cita Slow ağına katılarak, yerel
ürünlerin öne çıkarmasıyla birlikte, ürünlere olan talebin de artmasına katkı
sağlayacaktır.
Bölgede işleme tesislerinin
azlığı, satışların katma değer sağlamadan birincil ürün olarak gerçekleşmesini
getirmektedir. Genelde, hurma, ceviz ve diğer niş ürünlerin işlenmesi ise evsel
olarak gerçekleştirilmektedir.
Bölge çiftçisi, üretime girdi
tedariki yapan kooperatifin varlığının avantajını yaşarken, profesyonel anlamda
üretim ve pazarlama kooperatifinin bulunmayışının da dezavantajını
yaşamaktadır.
Hayvansal Üretim
Lefke bölgesindeki, hayvan
sayıları aşağıdaki tablodan sıralanmaktadır.
SIĞIR
|
KOYUN
|
KEÇİ
|
1.216
|
7.652
|
2.538
|
15 Ağustos 2016 Pazartesi
Futbolda Değişen Oyun Kuralları (2016/2017)
FUTBOLDA DEĞİŞEN OYUN KURALLARI SUNUMU
Futbol tarihinde en geniş kapsamlı değişiklik yapılarak yeni kurallar manzumesi oluşturulmuştur. Video, 52 dakika olmasına karşın, videonun her saniyesi ayrı bir öneme haizdir.
Futbolda Değişen Oyun Kuralları (2016/2017)
FUTBOLDA DEĞİŞEN OYUN KURALLARI SUNUMU
Futbol tarihinde en geniş kapsamlı değişiklik yapılarak yeni kurallar manzumesi oluşturulmuştur. Video, 52 dakika olmasına karşın, videonun her saniyesi ayrı bir öneme haizdir.
Ayrıca, futbol oyun kurallarının başlangıcı için detay.....
11 Mayıs 2016 Çarşamba
Dünyada Futbol Oyun Kuralları, Hakemlik Ve Kurumsallaşmanın İlk Tarihçesi
İnsanoğlunun "top" ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Mısır'da
mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7,5 cm çapında deri veya ketenden
yapılmış toplar 2500 yıl önceden
günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir. Homeros da
"Odiesa"da top
oyunlarından bahseder.
M.Ö 2500 yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak
talim yapıldığı bilinmektedir.
Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurup, rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbol kurallarındakilere oldukça benzemektedir. Elle oynamak yasaktır, faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz.
Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın şeklini 17. yüzyılda İngiltere'de almıştır. Bununla birlikte, futbol topunun tam bir küre biçimini alması 1841 yılında gerçekleşmiştir. Ayrıca, 1848 "Cambridge kuralları" adı altında futbol kuralları toplanmış ve bu kurallarla ilk futbol maçı Cambridge'de öğrenciler arasında ilk futbol maçı oynanmıştır. 1855 yılına gelindiğinde bir İngiliz takımının ilk kez yurt dışına Almanya’ya çıkarak futbol oynaması Almanya'da da futbolun temelini atmıştır.
Bununla birlikte,
19. Yüzyılın ilk yarısına kadar futbol resmi olmayan bir nitelik taşımaktaydı.
Ayrıca, oyuncular centilmen oldukları ve herhangi bir anlaşmazlık çıktığında
iki kaptan arasında çözüldüğünden dolayı bir hakeme ihtiyaç
duyulmamaktaydı.
Futbolda ilk
kurumsallaşma ve ilk kurallar Ekim 1863 yılında İngiltere’de Futbol
Federasyonu’nun kurulmasıyla başladı. O
dönemlerde, Barnes Futbol Kulübü kaptan ve kurucusu olan Ebenezer Cobb Morley “Bell’lerin
Yaşam Gazetesine” (Bell’s Life Newspaper) bir mektup göndererek futbolun bir yönetim
birimine ihtiyacı olduğunu belirtir. Bu yazılan mektup sonucunda başta Barnes,
Blackheath, Perceval House, Kensington School, War Office, Crystal Palace,
Forest (daha sonraları Wonderers olarak bilinecek) Crusaders, No Names of
Kilburn gibi kulüplerin temsilcileri ve Charterhouse kulübünün de gözlemci
göndermesiyle Ekim 1863’te Londra’daki Freeman Tavernasında bir araya gelerek
bir toplantı düzenlediler.
Bu toplantı
sonucunda ilk Futbol Federasyonu kurulur. Federasyonu kurulmasının amacı futbol
için tek bir birleştirici kurumun oluşturulmasıydı. Bu birleştirici kurumun
sorumluluğu futbol oyunu sırasında kurallar ve ihlaller konusunda çıkan
anlaşmazlıkları da içermekteydi.
Morley, Futbol
Federasyonu’nun Sekreterliğine seçildikten sonra, devlet okulları, üniversite
ve futbol kulüpleri tarafından oynanan oyunlardaki kuralları bir bütün haline
getirmek için 23 maddelik taslak oyun kuralları setini hazırlar ve 24 Kasım
1863’teki toplantıda sunar.
Bu maddeler
arasında hararetli tartışmalara sebebiyet veren iki kural vardı –ki bu kurallar
daha sonra rugby ve futbolu birbirinden ayrılmasına sebebiyet verecekti-.
Bunlar;
·
Serbest vuruştan gelen
ve koşmamak suretiyle oyuncunun topa elle müdahale edebilme hakkını
vermekteydi.
·
Herhangi bir oyuncu
rakip oyuncunun üzerine doğru giderken, rakip oyuncunun ayni anda hem tutup hem
de rakibe vurmama dışında dokunma, tutma, çelme ve topu elinden alma hakkı
bulunmasıydı.
Bu toplantıda futbolun
erkek oyunu olduğu ve bu gibi kuralların olabileceğini bazı kişiler tarafından
savunulsa da toplantıda oy çokluğuyla bu maddeler reddedildi. Daha sonra tutma
ve vurma kuralını savunanların başında gelen F. W. Campbell Federasyondan
istifa ederek Rugby Futbol Birliğinin kurulmasına yönelik çalışmalarda bulunmuştur.
Toplantı sonucunda ilk
Futbol Oyun Kuralları 8 Aralık 1863’te yayımlanmıştır. Bunlar;
1. Zeminin maksimum uzunluğu 200 yarda (183 m.),
maksimum genişliği 100 yarda (91,5 m.) olabilir, uzunluk ve genişlik
bayraklarla işaretlenmiş olmalıdır ve kale birbirinden 8 yarda
(7.32m) mesafede (aralarında bar veya bağ olmayan) iki direkle
belirlenmelidir.
2. Oyun, alanın ortasından kurayı kazanan
takımca yapılacak bir vuruşla başlayacaktır, diğer takım başlama vuruşu
yapılıncaya kadar topa 10 yardadan ( 9.15 m.) fazla yaklaşamaz.
3. İki takım, her atılan golden sonra kaleleri
değişecektir. Bir gol yapıldıktan sonra, golü yiyen taraf başlama vuruşu
yapacaktır.
4. Bir gol, ancak top kale direkleri
arasından (hangi yükseklikten olursa olsun) taçtan atılmadığı, taşınmadığı
takdirde sayılacaktır.
5. Top taca çıktığında, topa dokunan ilk oyuncu,
topun alanı terk ettiği noktadan, alana dik açı ile atışı kullanacaktır. Top
oyun alanında yere değmeden topa temas edilemez.
6. Bir oyuncu topun önüne geçtiği anda oyun dışı
kalır ve mümkün olduğunca çabuk topun arkasına geçmelidir. Eğer top kendi
takımından bir oyuncu tarafından pas olarak atılmışsa, rakip takımdan biri ya
da kendi takımından topun gerisinde herhangi bir takım arkadaşı dokunana kadar
topa dokunamaz. Ancak kale çizgisinin arkasından topa vurulduğunda hiçbir
oyuncu oyun dışında kalmaz.
7. Topun kale çizgisini geçmesi durumunda, eğer
kaleyi savunan takımdan biri topa önce değerse, bu takımdan biri
kale çizgisinden diğer tarafa doğru bir serbest vuruş
kullanacaktır. Eğer diğer taraftan bir oyuncu önce dokunursa, bu takımdan biri
kale çizgisinin 15 yarda ( 13.75 m.) dışından topun dokunulduğu yere doğru bir
vuruş yapar.
8. Bir oyuncu top ile rakip kaleye doğru uygun
şekilde topu yakalarsa bir serbest vuruş hakkı kazanır. Eğer oyuncu topuğu ile
bir işaret yaparsa topa vurmak yerine istediği kadar geriye gidebilir ve diğer
oyuncular işaretli yerin önüne geçemezler.
9. Hiçbir oyuncu topla birlikte koşamaz.
10. Rakip kaleye
doğru top ile koşan bir oyuncunun rakipleri şarj yapma, çekme, çelmeleme ve
topu alabilmek için mücadele edebilme hakkına sahiptirler; fakat hiç bir oyuncu
aynı anda hem çekilip hem de çelmelenemez.
11. Kural 10 da
belirtilen kıstaslar dışında, hiç bir oyuncu ellerini ve dirseklerini
kullanarak rakiplerine müdahale edemez ve ne çelme takmaya ne de çekiştirmeye
müsaade edilmez.
12. Bir oyuncu
diğerine, ikisi de aktif oyunda ise şarj yapabilir. Bir oyuncu oyun dışı
olsa bile şarj yapılabilir.
13. Bir
oyuncu, ancak doğru bir şekilde topu yakalarsa veya ilk vuruşta top
kendisine gelirse başka birine pas verebilir ya da vurabilir.
14. Hiç bir oyuncu
koruyucu tabakalar, demir plakalarla botlarını takviye edemez.
Bu kuralların centilmence
uygulanması için maçlarda, tarafların her biri birer temsilci atayarak maçlarda
iki temsilci ile hakemlik görevi ifa edilmekteydi. Bu temsilciler karar
veremediklerinde hakeme başvurmak suretiyle karar verilirdi. Bu temsilcilere
1873 yılında oyuncuların topu elle oynadıklarında serbest vuruşun verilme
hakkının yanında 1874 yılında ise herhangi bir oyuncunun kuralları kalıcı bir
şekilde ihlali durumlarında oyundan ihraç etme haklarını vermiştir. Hakem
terimi ilk olarak 1874’deki oyun kurallarında tanımlanmıştır. Daha sonraları
maçlar, daha çekişmeli olmaya başladıktan sonra kademeli olarak daha tarafsız
hakemler maçlarda görev almaya başlamışlardır. 1878 yılında ise, hakemler
tarafından ilk düdük Nottingham Forest-Sheffield Norfolk maçında kullanılmıştır. Futbol Federasyonu hakemlerin maçlarda
centilmenliğin tek karar vericisi olduğunu 1891 yılında karar vermiştir. Atanan
iki temsilci taç çizgilerinde hakeme yardımcı olması için
görevlendirilmekteydi. Taç çizgilerinde hakeme yardımcı olmak için ellerinde
bayrakla karar vermekteydiler. Kademeli olarak tam bağımsız resmi hakemlik
müessesi 1908 yılında Hakemler Birliği’nin kurulmasıyla oluşturulmuştur.
Futbol çok hızlı bir şekilde
uluslararası alanda yaygınlaşıp popular olmasından dolayı kurumsallaşmalar da o
paralelde seyir izlemiştir. Ülkeler arası ilk kurumsallaşma IFAB’ın
oluşturulmasıyla başlanmıştır. İngiliz Futbol Federasyonu, futbol kurallarının
standartlaştırmak için İrlanda, İskoçya ve Galleri 1886 yılında toplantıya
çağırarak IFAB’ın ilk toplantısını geliştirmiştir. Mayıs 1904 yılında Fransa, Belçika,
Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç ve İsviçre ülkeleri bir araya gelerek
FİFA’nın kurulmasını sağlamışlardır. FİFA 1913 yılında IFAB’ın üyesi olduktan
sonra IFAB’ın karar alma yapısı da değiştirtmiş oldu.
Daha sonraki dönemlerde, futbol oyun
kuralları sürekli şekillerde gereksinim duyuldukça değişikliğe uğramıştır. Örneğin,
oyun kuralları 14 maddeden 17’ye 1930 yılında çıkartılmasının yanında futbol
eski kurallar İngiltere Viktorian dilinde kaleme alınmıştı. Fakat bu dil ve kodla
yazılan kuralların daha anlaşılabilir olması için rasyonel bir sırada 1937
yılında tekrardan kaleme alınmıştır.
·
Referanslar:
2016/2017 Futbol Oyun Kuralları (İngilizce)
2016/2017 Futbol Oyun Kuralları (İngilizce)
Başlıklardaki Değişiklikler;
Başlıklardaki Değişiklikler;
Eski Başlık | Yeni Başlık |
Kural 3 : Oyuncuların Sayısı | Kural 3 : Oyuncular |
Kural 6 : Yardımcı Hakemler | Kural 6 : Diğer Hakemler |
Kural 10 : Gol Yapma Yöntemi | Kural 10 : Bir Maçın Sonucunu Belirleme |
24 Ağustos 2015 Pazartesi
Eko - Turizm ve Gereklilikleri
Ülkeler, 1990'lı yıllara kadar nüfuslarını beslemek için daha fazla üretim yapmış veya daha fazla doğal kaynaklar sömürmüştür. Özellikle, sürdürebilirlik kavramının da kalkınma programlarına dahil edilmesinden sonra çevre, kültürel miras ve bio-çeşitlilik gibi kavramlarla, kalkınmanın yelpazesi genişlemiştir.Eko-turizm faaliyetleri ise, sürdürülebilirliği amaç edinmiş bir olgular bütünüdür. Lefke ve yöresinde bulunan ve turistlerin ilgisini bekleyen birçok turizm öğesi bulunmaktadır. Bu öğelerin de turistlerin hizmetine sunulması beklenmektedir. Bu hizmetlerin eko-turizme yönelik sunulmasında aşağıdaki yazının ışık tutacağı düşüncesindeyim.
Eko-Turizm
İnsanların yer değiştirmesinden kaynaklanan bir aktiviteler bütünü şeklinde değerlendirilen turizm, günümüz dünyasının en önemli olgularından birisidir. Nitekim küreselleşmeyi toplumsal ve ekonomik açılardan en çok kolaylaştıran faaliyetin turizm olduğu artık kabul edilmiştir. Gelir getiren ve istihdam sağlayan bir sektör olarak turizm, özellikle kalkınmakta olan ülke ekonomileri için büyük bir kaynak durumundadır. Bu açıdan bakıldığında, coğrafi çevrenin turistik amaçlı kullanım alanları da gittikçe genişlemektedir. Buna karşın turistik etkinlikler, bir ülkenin doğal ve kültürel coğrafyasının sahip olduğu olanak ve kısıtlamalarla yakından ilgilidir.
1990’lı yıllardan itibaren dünyada doğal kaynakların sürdürülebilir kullanılması gerektiği kabul görmeye başlamıştır. Toprak, su, orman vb. doğal kaynakların bugünkü kuşakların ihtiyaçları için kullanılırken gelecek kuşaklarında bu doğal kaynaklara gereksinim duyacağının göz ardı edilmemesi gerektiği ülkelerin ortak konusu olmuştur. Bu konuda çeşitli ülkelerde yoğun olarak gösterilen çabalar olumlu olarak değerlendirilebilir. Ancak dünyada çevre sorunlarının giderek ağırlaşması nedeniyle doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı konusunda gösterilen çabaların yetersiz kaldığı söylenilebilir.
Turizm açısından bakıldığında, “sürdürülebilirlik, turizmin kaynağı olan doğal, tarihi, kültürel, sosyal ve estetik değerlerin korunup geliştirilerek çekiciliklerinin devamının sağlanmasıdır”. Daha genel bir biçimde ise, sürdürülebilir turizm, “insanın etkileşimde bulunduğu veya bulunmadığı çevrenin bozulmadan veya değiştirilmeden korunarak, kültürel bütünlüğün, ekolojik süreçlerin, biyolojik çeşitliliğin ve yaşamı sürdüren sistemlerin sürdürüldüğü ve aynı zamanda tüm kaynakların, ziyaret edilen bölge insanının ve turistlerin ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri biçimde yönetildiği bir kalkınma şeklidir”.
Tanımında sürdürülebilirlik kavramının temel olduğu tek turizm çeşidi eko-turizmdir. Eko-turizmin en önemli ayırt edici özelliği, doğal, sosyokültürel ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir usulde gerçekleşmesi zorunluluğudur. Tüm turizm çeşitlerinin sürdürülebilir bir anlayışla gerçekleşmesi beklenirken, eko-turizm için bu özellik bir zorunluluk olmaktadır.
Hector Ceballos-Lascurain tarafından ilk kez 1983 yılında kullanılan eko-turizm kavramı şöyle tanımlanmaktadır;
“Çevre üzerinde mümkün olduğunca az etki bırakarak peyzajı, yaban yaşamı, kır olgusunu inceleme, gözlemleme ve yaşama gibi özel amaçlar ile bozulmamış ya da kirlenmemiş doğal alanlara yapılan gezileri içeren bir turizm şeklidir. En önemli kısmı yerel halkın sürece dâhil olması böylece sosyoekonomik yararların kazanılmasıdır. Eko-turizm kavramının özünü, ekonomik yönden verimli, toplumsal açıdan sorumlu ve çevre-doğa bağlamında sorun yaratmayan uygulamalar oluşturmaktadır.
Eko-turizm, oldukça yeni bir kavram olmasının yanında, “1992 Rio Çevre Zirvesi'nde” sürdürülebilir bir dünya ve çevre için kriterler ortaya konmuştu. Bu kriterler, turizme de uyarlanarak, çevreye zarar vermeden, ondan yararlanma yöntemlerinin geliştirilmesi ve tüm yerli halkların kültürlerini yok etmeden, onların turizm faaliyetlerinden yararlanmalarının sağlanması şeklinde özetlenmişti.
Günümüze kadar geçen süreç içinde, "eko-turizm" kavramı ve tanımı benimsendi ve 2002 yılının Mayıs ayında, Kanada'nın Quebec kentinde, 133 ülkeden gelen 1100 delegenin katılımıyla yapılan "Dünya Eko-turizm Zirvesi’nde, tüm ülkelerin benimsediği ortak bir tanım saptandı. Buna göre eko-turizm "yeryüzünün doğal kaynaklarının sürdürülebilirliğini güvence altına alan, bunun yanısıra yerel halkların ekonomik kalkınmasına destek olurken, sosyal ve kültürel bütünlüklerini koruyup gözeten bir yaklaşım ya da tavır" olarak benimsendi.
Bu kavramı benimseyen ülkeler doğal olarak benimsemeleri gereken prensipler ve uygulayacakları yöntemleri bölgemize adapte etmemiz gerekmektedir.
Bunlar;
1- Devletimiz, bu sektörde faaliyet gösterecek işlemelerin önünü görmesine yönelik olarak Ekoturizm politikalar ışığında planlamalar hazırlayarak hedefler oluşturması ve gelecekte hangi faaliyetleri uygulayacağını veya hangi önlemler alacağını sağlanması gerekmektedir.
2- Ekoturizm yönelik kuralları oluşturarak bir bütünsellik sağlanması gerekmektedir.
3- Lefke bölgesinde üretilen ürünlere gerek işleme gerekse paketleme koşullarını geliştirerek katma değer sağlamak, üretilen ürünlerin pazarlama ve tanıtım imkanlarını geliştirmek,
4- Bölgemizde Eko-turizmin sürdürülebilir ekonomik yapısını sürekli şekilde takip ederek risk unsurlarını zamanında alınacak önlemlerle minimize etmek.
Eko-turizmde uyulması gereken kurallar;
Bunlar;
1- Devletimiz, bu sektörde faaliyet gösterecek işlemelerin önünü görmesine yönelik olarak Ekoturizm politikalar ışığında planlamalar hazırlayarak hedefler oluşturması ve gelecekte hangi faaliyetleri uygulayacağını veya hangi önlemler alacağını sağlanması gerekmektedir.
2- Ekoturizm yönelik kuralları oluşturarak bir bütünsellik sağlanması gerekmektedir.
3- Lefke bölgesinde üretilen ürünlere gerek işleme gerekse paketleme koşullarını geliştirerek katma değer sağlamak, üretilen ürünlerin pazarlama ve tanıtım imkanlarını geliştirmek,
4- Bölgemizde Eko-turizmin sürdürülebilir ekonomik yapısını sürekli şekilde takip ederek risk unsurlarını zamanında alınacak önlemlerle minimize etmek.
Eko-turizmde uyulması gereken kurallar;
Yukarıdaki tanım uyarınca eko-turizm, herşeyden önce "çevre ve kültür değerlerinin sürdürülebilirliğini garanti altına alan, yerel halklara maddi yarar sağlayan turizm" olarak kavransa da, ağırlıklı faaliyet alanı olarak doğada yapılan turizm türlerini kapsamaktadır.
Buna göre, el değmemiş doğada yapılan tüm turizm çeşitleri, eko-turizmin kapsamına girmektedir.
Eko-turizmin iki önemli kriteri bulunmaktadır.
1) "Doğal çevrenin sürdürülebilirliği" ilkesine, bu doğa turlarında sıkı sıkıya uyulmalıdır.
Doğa turlarında seçilen rota, bu turlar için eğitilmiş uzman rehber kullanılması, turlarda mutlaka uyulması gereken kurallar çok önemlidir. Gerek tur düzenleyen acentelerin gerekse tur katılımcılarının uyması gereken diğer kurallar ise şöyle özetlenebilir:
• Doğal koruma alanı ve özel ilan edilmiş bölgelerde, ilgili bakanlık ve kurumlarca konulmuş kurallara ve girilmesi ya da kamp yapılması yasak ya da kısıtlamalı bölgelerdeki yasaklara uymak,
• Gezilen veya kamp yapılan yerlerde belirlenmiş gezi rotaları varsa, bunlara kesinlikle uymak, tecrübeli doğa rehberinin uyarı ve yol göstericiliğine uymak,
• Gezilen yerlerde flora ve faunaya asgari zarar verecek şekilde hareket etmek,
• Gezi faaliyeti sırasında çevreye hiçbir şekilde atık bırakmamak, doğada silinemeyecek izler bırakmamak,
• Özellikle nesli tehlikede bulunan hayvanların bulunduğu bölgelerde gürültü, vb. kirlilik yaratmamak, • Acenteler için: flora ve faunanın korunmasına özel önem verilen yerlerde gerek yıl içinde, gerekse uzun vadede tur rotalarını, koruma ilkelerini gözeterek, sık sık değiştirmek; yetkili resmi kurumlar tarafından doğa ve dağ rehberliği sertifikasyonu varsa, mutlaka sertifikalı rehberler kullanmak, eğer yoksa, doğa turları konusunda uzman kurum ve kişilerden eğitim almış tecrübeli rehberler kullanmak.
2) Eko-turizmin ikinci önemli kriteri ise "yerel kültürlerin sürdürülebilirliği ve yerel halkların bu turizm faaliyetinden yarar sağlaması ilkesi” de iki önemli prensibi içerisinde barındırıyor.
2) Eko-turizmin ikinci önemli kriteri ise "yerel kültürlerin sürdürülebilirliği ve yerel halkların bu turizm faaliyetinden yarar sağlaması ilkesi” de iki önemli prensibi içerisinde barındırıyor.
Bunlar;
i) Eko-turizm faaliyetinin yapıldığı bölgenin yerel halkının, bu faaliyetten maddi bir pay alması;
Bunu sağlamak için öncelikle, uluslararası büyük tur operatörlerinden ziyade, ülke hatta bölge çapındaki daha küçük acentelerin eko-turizm faaliyetinde yer alması arzu ediliyor. Bu acentelerin, tur programlarını yaparken, olabildiğince tur gereksinimlerini bölgeden sağlamaları, bölgeye maddi yarar sağlanmasının önemli bir önkoşuludur.
ii) Diğer önemli prensip ise, bir bölgeye turizm aracılığıyla katkı sağlarken, maddi ve manevi kültür unsurlarının bozulmamasıdır.
Otantik kültürlerin, ahlaki değerlerin bozulmadan yaşadığı bölgelerde, turist gruplarının bu değerlere saygılı davranması gerekiyor. ( kılık-kıyafet konusuna özen göstermek, dini ve ananevi değerlere saygılı davranmak, yerel yeme-içme-eğlenme, vd. geleneklere uyumlu davranmak ve mümkün olduğunca katılmak, vs.gibi) Ayrıca maddi kültür eserlerine de saygılı davranmak, korumacılığı desteklemek, gerek turizm profesyoneli, gerekse tüketici olarak, yerel dokuyla uyuşmayan modern mimari ürünleri yerine, koruma altına alınmış otantik yapılarda hizmet veren konaklama tesislerini tercih etmek ve desteklemek gerekiyor.
Artık tüm dünyada bu çevreci tutumu benimseyen acentelerin ve onların turları destek görüyor ve tercih ediliyor. Hatta bu anlayışla faaliyet gösteren acentelerin, özel ödüller, belgeler veriliyor.
Gerçekten de, insanların tüm yeryüzünde birbiriyle buluşması, kaynaşması ve barış içinde bir arada bulunmasını sağlayan turizm hareketleri, ancak böylesi bir anlayışla, var olan değerlere zarar vermeden sürdürülebilir.
Bunlara ek olarak, kırsaldaki işletmelerin eko-turizmde uyması gereken standartlar mevcuttur.
Bunlar;
1) İşletmelerindeki Ekipmanlar
2) İşletmesinin çevre dostu faaliyetleri
3) Hizmet kalitesi sertifikasyonu
4) Hizmetlerinde kişisel ilgi, gizlilik ve ambiyansı sağlaması
5) Gıda güvenliği ve emniyet tedbirleri
Özetle, eko-turizm faaliyetleri sürdürülebilir değerler bütünü olmasının yanında devlet politikalarında göz önünde bulundurması gereken bir olgu, işletmelerinin bu turizm faaliyeti esnasında uyması gereken kurallar, kriterler ve bu kurallara uymasını kolaylaştıracak eylem bütünüdür. Ayrıca, eko-turizm faaliyetlerinde bulunacak işletmeler alt yapılarını geliştirmek zorundadırlar. Bunları yapabilmek için de bir bütçeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede işletmelerin yararlanabilecekleri çeşitli finansman kaynakları bulunmaktadır. Bu finansman kaynakları arasında kısmi hibe veya uzun vadeli düşük faizli krediler yer almaktadır. Yukarıda belirttiğim bilgiler ışığında Lefke Bölgesinde Eko-Turizm faaliyetleri uygulamak hedeflerimiz arasında olduğu için bizi bekleyen koşullara adapte olmamız gerekecektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Ülkeye gelen ziyaretçiler, tatması gereken en önemli Kıbrıs mutfağı yemeklerinden biri Molehiya'dır. Tavsiye ederim. İlk önce, Moleh...
-
Türk Devletlerinin Ortak Bir Alfabe kullanabilme çalışmaları yeni değildir. Tanzimat Dönemi şairlerinde Muallim Naci’nin dediği gibi “Ha...
-
GİRİŞ Kooperatif'in Ortak Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Değerleri Kooperatifler, çalışanlarının sahip olduğu, üyelerinin kon...