18 Haziran 2015 Perşembe

Kuzey - Kıbrıs'ta - Ekonomi-Tarım ve Turizm - Hibeleri



Ülkemizde, mali katkı (Hibe) alınmasına yönelik bireysel proje hazırlama süreçlerine Kalkınma Bankası, UNOPS veya UNDP-PFF'nin uygulamış olduğu programlarda rastlayabilirdik. Avrupa Birliği'nin Kuzey Kıbrıs'a yönelik mali desteklerinin de 2009 yılından sonra uygulanmaya başlamasıyla birlikte "Proje Hazırlama Mantığında" da değişimler gerçekleştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin 2011 yılına kadar sağlamış olduğu finansal katkılar yatırım projeleri çerçevesinde verilmekteydi. Bu finansal katkılara ek olarak Tarım, Turizm ve Ekonomi sektörlerine yönelik uygulanan programlarla hibeler verilmeye başlanmıştır. 

Ülkemizde yer alan tüm üretim veya hizmet sektöründe yer alan işletmeler bu tür hibe programlarından yararlanmak için projeler hazırlamaları gerekmektedir. Bu çerçevede proje denilince ne anlamanız  gerektiği hususunda bir kaç noktayı sizlerle paylaşıyorum:

İlk Önce Beyin Fırtınası Yaratılarak Fikirler Ortaya Konulması Gerekmektedir...
"FİKİR": Bir Sorunu çözmek için aklımızdaki düşünce
Sorunların çözümüne yönelik bir toplantı gerçekleştirilir. Bu toplantıya katılanların tahayyülünde canlandırdığı fikirler belirlenip değerlendirildikten sonra uygunluğu ortaya çıkmaktadır. Her fikir bir projeye dönüştürülecek diye bir zorunluluk olamaz. Değerlendirme sürecinde (Analizde) sürdürülebilirliği ortaya konulduktan sonra projeye dönüştürülme süreci başlamaktadır. 

 "PROJE": Belirli bir amaca ulaşmak için dikkatlice planlanan ve tasarlanan, bireysel veya toplu girişimleri proje diye tanımlayabiliriz. 
Örnek: Bir Sorun Var-Bir sorunu çözmek için fikirlerimiz var-Fikirlerimiz projelendirilir-Projelendirme gerek bireysel gerekse toplu olarak projemizi iyi bir şekilde planlar ve tasarlarız. Bu tasarlama sürecinde Projenin bir hedefe yönelik olabilmesi için dikkat etmemiz gerekenler arasında;
A) Belirli bir "Zaman"
B) Belirli Bir "Bütçe"
C) Belirlenen Amaçlar
D) Projedeki Faaliyetler

Yukarıdaki belirtilen çerçevede düşünerek;
Türkiye Cumhuriyeti'nin Mali Katkısı, Çukurova Kalkınma Ajansının Teknik desteği ile Ekonomi, Turizm ve Tarımla ilgili bakanlıkların kontrolünde hibe programlarına başvurularınızı yapabilmeniz için aşağıdaki linklerden yararlanabilirsiniz...

  


  

11 Ekim 2014 Cumartesi

Futbolda - Şiddet - Alınan Önlemler VE KKTC'de Sporda Şiddet Yasası Şart!!!

Giriş:
Genel olarak, spor olgusu içerisinde bulunan “Spor dostluk ve kardeşliktir” ilkesi, her spor müsabaka öncesinde kullanılmaktadır. Fakat spor müsabakasından önce ve sonra şiddet olayları da meydana gelmektedir. “Dostluk kazansın” temennilerinin yerine, “ne olursa olsun” kazanma arzusu taşıyan sporcu ve taraftarlar bu arzularını müsabaka esnasında yüksek düzeyde sergilemekte, bazen en şiddetli olaylar bu sırada meydana gelebilmektedir. Spor müsabakalarını izleyen insanların bir kısmı bunu -günlük hayatında spor yapmasa bile- bir aktivite olarak değerlendirirken, bir kısmı ise spor müsabakalarını kazanılması gereken bir savaş gibi görmektedir.  Bu sebepten dolayı, herhangi bir asayiş boşluğu oluşmaması için ulusal federasyon maçlarında veya uluslararası oynanan maçlarda, temelini yasal mevzuatların oluşturduğu bütün güvenlik önlemleri alınmaktadır.  

Spor Müsabakalarında Şiddetin Nedeni:
Özellikle, spordaki futbol müsabakalarında görülen şiddet olaylarının arkasında bir takım psikolojik ve ülkelere göre değişkenlik arz edebilecek sosyo-kültürel faktörler bulunmaktadır.  Futbol seyircisinin takımını büyük bir tutkuyla sevmesi gayet normal bir psikolojik ruh hali olmasına karşın, rakip takım seyircilerine, futbolcularına veya hakeme karşı acımasızca davranması ve zaman zaman şiddete yönelmesi bireyin psikolojik olarak, takım tutma alışkanlığını iyi yönetemediğini göstermektedir. Ayrıca bireyin diğer seyirciler arasında kitle psikolojisiyle daha rahat hareket etmesi ve kendini güvende hissetmesi bireyi daha da saldırgan hale getirebilmektedir. Sosyo-kültürel faktörler olarak da aile, eğitim, seyircilerin arkadaş grupları, sosyal ve kültürel tabakası ve kimliği sıralanabilir.

Sporun toplumsal ilişkiler ağında önemli bir yer tutması, yazılı ve görsel medyada geniş bir şekilde yer alması, sporun/futbolun özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde “endüstrileşmesi” sonucunda meydana gelmiştir. Küresel futbol endüstrisinin 200 milyar dolarlık cirosu ile medya ve reklam endüstrileriyle de sıkı bir ilişkiye girmesi kaçınılmazdır. Verilere göre, dünya sponsorluluğunun % 70’ini futbol hapsederken, 2005 yılında yaklaşık 30,5 milyar dolar olan dünya futbol sponsorluk harcamaları, 2006 yılında 33,8 milyar dolar olurken 2007’de 37,4’e ulaşmaktadır. (http://www.referansgazetesi.com). Dolayısıyla medyada spor ve özellikle futbol ile ilgili geniş ölçüde haberler ve programlar yayınlanması kaçınılmazdır. Ancak medya, “sporun ruh”undan uzaklaşarak kâr maksimize etme amacı güttüğünden, yapılan yayınlarda –özellikle 1990’lı ve 2000’li yıllarda “şiddet/savaş metaforlarının” ve argo tabirlerin; kışkırtıcı ve kavgacı bir üslubun çokça kullanıldığı görülmüştür (Burası ..... burdan çıkış yok veya welcome to hell).  Bu da futbol holiganizmin inşasına katkı sağlamaktadır.


           

Dünyadaki Ölümlü Olaylar
Dünya futbol tarihinde ölümle sonuçlanan olayların meydana geldiği müsabakalar mevcuttur. Örneğin; 1964’te Peru’nun başkenti Lima’da 24 Mayıs günü Tokyo olimpiyatları eleme grup karşılaşması olan Peru-Arjantin maçı sırasında hakem, ev sahibi takımın golünü iptal edince tribünde olaylar çıkmış, 320 kişi ölmüştür. 1984 Kolombiya-Cali’de Pascal Guerrero Stadı’nda 17 Kasım günü Cali-Amerika maçı sonunda çıkan olaylarda 24 kişi ölmüştür. Yine 1985 yılında Belçika’nın Heysel stadında oynanan Liverpool-Juventus maçı esnasında çıkan olaylarda 39 kişi hayatını kaybetmiştir.
Spordaki şiddet olaylarına Türkiye’de de sıklıkla rastlanmaktayız. 17 Eylül 1967 yılında oynan Kayserispor-Sivas maçının devre arasında çıkan olaylar sonucunda 4 kişi ölmüş 300 kişi yaralanmıştı. Bu olaydan sonra özellikle bahse konu kulüpler 2. ligde ayni gruba hiç verilmemiştir. Bu olay Türkiye’nin ve Dünyanın en büyük futbol felaketlerinden biri olarak gösterilmektedir.  2004 yılında oynanan Beşiktaş-Rizespor maçında 16 yaşında bir çocuk bıçaklanarak öldürülmüştür. 20 Ocak 2002’de Türkiye 1. Futbol Ligi’nin 2. yarısının başlangıcında, Trabzon’da oynanan, Trabzonspor-Beşiktaş futbol maçının 82. dakikasında, maç Beşiktaş’ın 5-0 galibiyetiyle devam ederken; Trabzonspor seyircileri yenilginin de etkisiyle tribünlerdeki bütün koltukları sahaya fırlatmışlardır. Benzer bir tablo 2006-2007 sezonunun 33. haftasında oynanan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasında da meydana gelmiştir. Yine Galatasaray’ın UEFA kupasını kazandığı yıl, İstanbul’daki Leeds United maçı öncesi, Leeds’li iki taraftar Galatasaraylı taraftarlarca bıçaklanarak öldürülmüştür.  Daha geçmiş yıllarda da, en basit maçların bile kavgalara, kavgaların ise yakım,yıkım, talan ve ölüme neden olduğu görülmüştür.

Araştırmalarım sonucu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde herhangi bir spor müsabakasındaki şiddetten dolayı ölen olmamıştır. Fakat takımlar arası çok ciddi kavgalar veya hakemlere karşı darp girişimleri olmuştur. Eğer yasal önlemler alınmaz ise bizleri çok da iyi bir tablo beklememektedir. 

ALINAN ÖNLEMLER
1) Sporla ilgili hukukun dünyadaki gelişimi ancak 20. yy. son çeyreğine götürülebilmektedir. Bu dalda en eskisi olduğunu ifade edilen Fransa Limoges Üniversitesi “Spor Hukuku ve Ekonomisi Merkezi” 1977’de kurulmuştur. İsviçre’de Neuchatel Üniversitesi’nde bulunan ve FİFA’nın mali desteği ile kurulmuş olan “Spor Araştırmaları Uluslararası Merkezi”  çok daha yeni olup, kuruluşu 1996 yılına aittir. ABD Milwaukee’de bulunan Marquette Üniversitesi “Ulusal Spor Hukuku Enstitüsü” ise 1989 tarihlidir. 

2) Avrupa’da, spor müsabakalarında ve özellikle futbol maçlarında seyirciler arasındaki şiddet ve sonuçlarından kaygı duyulması nedeniyle, 19 Ağustos 1985 tarihinde Strasbourg’da, “Sportif Karşılaşmalarda ve Özellikle Futbol Maçlarında Seyircilerin Şiddet Gösterileri ve Taşkınlıklarına Dair Avrupa Sözleşmesi” imzalanmıştır. Sözleşmeyi Avrupa Konseyi’ne üye devletler ile Avrupa Kültür Sözleşmesi’ne taraf diğer devletler imzalamıştır. Türkiye de söz konusu uluslararası sözleşmeyi 1990 yılında kabul etmiştir. Sözleşmede seyircilerin gösterdiği şiddet içeren eylemlerle mücadelede kamu makamlarının ve bağımsız spor organizasyonlarının ayrı, ancak birbirini tamamlayıcı görevleri olduğu belirtilmektedir.  Ancak bu sözleşme seyirci hareketlerine karşı alınması gereken tedbirleri ve bu alandaki uluslararası işbirliğini düzenlemektedir. Suç tanımları ve cezalar içermemektedir.

3) Kısa adı FIFA olan Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği, (Fédération Internationale de Football Association- Federation of International Football Association), 21 Mayıs 1904'te kendi federasyon kuruluşlarını gerçekleştiren Avrupa ülkelerinden Fransa, Belçika, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç ve İsviçre'nin katılımlarıyla Paris'te kuruldu. Dünya futbolu üzerinde tek söz sahibi konumunda olan FIFA, futbolun "sportmenlik" veya "sportmence" davranış anlamında kullanılan ve dilimize son yıllarda orijinal haliyle yerleşmiş bulunan "fair play" ruhu içinde oynanması ve seyredilmesi için uğraş vermekte ve ulusal federasyonlara bu yönde tavsiyelerde bulunmakta, yaptırımlar uygulamaktadır. FİFA’nın fair play ruhunu daha açık hale getirmek için yaptığı bir diğer çalımsa ise dünyadaki tüm futbolculara, teknik adamlara, seyircilere, kulüplere, federasyonlara yönelik olarak yayımladığı ve 10 maddede toplanmış bulunan Davranış /İlkeleri'dir (Code of Conduct).

Bu ilkeler şu şekilde sıralanmaktadır;
1-Kazanmak için oyna, 2- Centilmence oyna, 3- Oyunun kurallarına uygun davran, 4-Rakiplerine, takım arkadaşlarına, hakemlere, görevliler ve seyircilere saygılı ol, 5-Yenilgiyi ağırbaşlılıkla kabul et, 6- Futbola olan ilgiyi artır, 7- Futbolun büyük popülaritesinden kaynaklanan şike, doping, ırkçılık, şiddet ve diğer olumsuz dış etkilerden uzak dur, 8- Şikeci baskılara direnen diğerlerine yardım et, 9-Futbolun saygınlığını zedelemeye kalkanları kamuoyuna bildir,  10- Futbolda iyi davranışı savunanları onurlandır.

Ayrıca, FIFA, futbolun yeryüzündeki en geniş kapsamlı organizasyonu olan Dünya Kupaları öncesi, ev sahibi ve katılımcı üye ülkelerin güvenlik teşkilatı temsilcilerini bir araya toplayarak organizasyonun güvenliğini sağlama konusunda oldukça ayrıntılı toplantılar yapmaktadır.

4) UEFA tarafından ise, kabul edilip Nisan 2000’de yayınlanan “Stadyumlarda Güvenliğin Sağlanması ve Kitle Hareketlerinden Korunmak Amacı ile UEFA Kupalarında Oynanan Tüm Müsabakalara Katılan Kulüpler, Federasyonlar ve Maç Düzenleyicilerinin Tabi Olduğu Stadyum Güvenlik ve Emniyet Tedbirlerine İlişkin Talimat” uyulması gereken önemli kuralları içeren uluslararası bir metindir.

5) UEFA tarafından düzenlenen talimat ve yukarıda bahsi geçen sözleşme de baz alınarak, 28-29 Kasım 2007’de Avrupa Birliği Komisyonu ve Parlamentosu’nun UEFA ile ortaklaşa gerçekleştirdiği konferansın neticesinde Aralık 2007’de AB Konsey’i “Uluslararası Boyutta Futbol Maçları ile İlgili Güvenlik ve Kamu Düzeni Risklerinin Azaltılmasına Yönelik Çalışma Programı”nı kabul etti.  Belgeye göre Avrupa Birliği, futbol maçlarında artan şiddet olaylarına yönelik olarak birliğe üye devletler ve ilgili uluslararası kuruluşlar arasında gerekli koordinasyon ve işbirliğine büyük önem vermektedir. Yine ayrıca; hükümetler, güvenlik birimleri ve UEFA arasında güvenlik ve ilgili konularda bilgi alışverişinin geliştirilmesi öngörülmüştür.

ÜLKESEL BAZDA ALINAN YASAL TEDBİRLER
            Ülkeler kendi sınırları içerisinde düzenlediği maçlarda güvenlik sorunlarını giderebilmek için ayrı “Futbolda Şiddet Yasaları” veya genel olarak “Sporda Şiddet Yasaları”-örneğin Türkiye’de- yürürlüğe konabilmektedir. Bu yasalarda ayrıca ülkeye ait vatandaşların yurt dışındaki spor müsabakalarındaki şiddet olaylarına karışmış ise yine de cezalandırabilmektedir. Cezalar ise maddi, hapis veya spor müsabakalarının seyrinden men olabilmektedir.        

İngiltere’de Alınan Tedbirler
Mayıs 1985'te Heysel faciasında Liverpool taraftarlarının karıştığı ve çoğu İtalyan olmak üzere 39 futbol seyircisinin ölümüne yol açan olaylarla doruğa çıkan olaylar zinciri, İngiliz futbol kulüplerinin Avrupa sahalarında maç yapmalarını süresiz olarak yasaklamalarıyla neticelenmiştir. Yaşanılan bu süreç, İngiliz hükümetini harekete geçirerek konu ile ilgili çeşitli tedbirler almaya yöneltmiş ve bu alanda Avrupa'nın en geniş kapsamlı yasal ve yönetsel önlem ve yaptırımlar ortaya konulmuştur.

İngiltere Futbol Birliği’nin (FA) kendi Futbol Birlik Kuralları (Futbol kulüplerinin bağlılığını, finansal konuları, statlarda kötü oluşacak olan durumları önlemeyi düzenleyen kurallar) dışında diğer işlenen suçları önlemek için ayrı olarak Futboldaki Seyirci Fiillerini kontrol altına almayı amaçlayan yasal mevzuat 1998 yılında yürürlüğe girmiştir – ki daha sonra bu Yasal Mevzuatta 2000 ve 2002 yıllarında değişiklik yapılmıştır. Bu yasada özellikle polise büyük görev ve sorumluluklar verilmiştir. Fakat bu sürecin başlangıcı 1985 yılına geri gidebilmektedir.

Buradaki yasal mevzuat içerinde özellikle spor aktivitelerinin yapıldığı yerlerin etraflarında alkol satışında kısıtlamaya gidilmemiştir. Bunun dışında, bu yasanın içerisinde toplu taşımacılıkta yolcu olarak seyahat eden şahısların alkol almasını engellemektedir. Yıllar içerisinde yapılan düzenlemeler genelden özele doğru bir yol izlemiştir. Kısacası ilk zamanlarda, sporla ilgili aktivitelerde oluşacak olan olası olayların engellenmesi için genel spor yasalarından, özelde futboldaki oluşacak olan olası vahim olayları engellemeyi amaç edinen düzenlemelere gidilmiştir. (http://www.opsi.gov.uk/Acts/acts1989)

İngiltere’de suç işleme sayıları yıllar içerisinde bir düşüş izlemiştir. Örneğin İngiltere’de oynanan futbolda oluşan düzenliği araştırma için 2000 yılında kurulan çalışma grubunun verdiği bilgiye göre, 1986 yılında oynan premiership futbol maçları esnasında 100.000 kişide 40 kişi tutuklanırken bu rakam 2000’de 12 kadar düşmüştür. (http://www.parliament.uk/commons/lib/research)  
  
Türkiye’de Alınan Tedbirler
Türkiye’de sporda oluşan şiddetleri önlemek için 28 Nisan 2004 tarihinde 5149 Sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunu (Yasa) yürürlüğe veya uygulamaya konmuş olmasına rağmen, uygulanmasında sorunlar bulunmuş ve yeteri kadar başarı sağlanamamıştır. Bundan dolayı, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ismiyle ve 6222 kanun numarasıyla 14 Nisan 2011 tarihinde resmi gazetede yayımlandıktan sonra yeni bir yasa yürürlüğe konulmuştur. Bu Yasa özellikle FİFA’nın yayınladığı Davranış İlkeleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Göze çarpan değişiklik ise, şike, teşvik primi ve doping olaylarını da kısıtlayan düzenlemeler mevcuttur.
Ayrıca, Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda belirtilen bir yönetmelikle (bizde bu bir tüzükle) şiddeti veya düzensizliğin oluşumunu engelleyen güvenlik önlemlerini alacak olanların görev yetki ve sorumluklarını belirtir. Önlemlerin alınmasından sorumlu olanların görev yetki ve sorumlulukları aşağıda sıralanmıştır;
a)                            İl ve İlçe Güvenlik Kurulunun görev yetki ve sorumluluğu (KKTC’de 33/1988 sayılı Mülki yönetimler Yasasındaki “8.” maddenin “d” fıkrası en üst mülki idare amiri olan Kaymakamlık'lara verdiği yetki ile gerekli düzenleme yapılabilir. Ayrıca ayni yasanın 12. maddesi ilçe güvenlik kurulunu kurulması için yetki verir.)
b)                            İl ve İlçe Emniyet müdürlükleri ile İl/ilçe Jandarma komutanlarının yetki ve sorumluluklarını bildirir,
c)                            Federasyonun Görev ve Yetkilerini
d)                            Spor kulüplerinin görev, yetki ve sorumluluklarını
e)                            Özel Güvenlik Teşkilatlarının görev, yetki ve sorumluluklarını belirtir. (Bizde de Özel Güvenlik Görevlileri var. Özellikle polisin yetersiz miktarda olduğu durumlarda bu görevlilerden gereken hizmet alımları yapılabilir) (TC Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun)

Spor müsabaka kurallarını uygulayan veya adalet dağıtan hakemleri ilgilendiren düzenlemelere de gidilmiştir. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Yasası’ndaki ek 1 maddesinde değişikliğe gidilerek hakemin görevli olduğu maçı yönettiği esnada geçici bir Kamu Görevlisi olduğu belirlenmiştir. Böylece hakeme karşı işlenen her eylem kamu görevine yapılmış gibi addedilmektedir. (TC 3289; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun)
Bu yasada düzenleme yapıldıktan sonra alınan karara göre örneğin, hakemi darp eden futbolcuya 11 ay 20 gün hapis ve 3.000 TL para cezası verilmiştir. Haberin özeti aşağıda belirtildiği gibi;
Ordu’nun Kabataş İlçesinde 08.12. 2007 tarihinde 1. Amatör küme müsabakası Kabataşspor- Fatsaspor maçında futbolcu (Takım kaptanı) Hasan Arıca, hakemlerin maç yönetmelerine sinirlenerek öncelikle yardımcı hakem Bülent Kandemir’e Şerefsiz Allah Belanı Versin” dediği arkasından da maçın hakemi Tolga Mağden’in üzerine yürüyerek boğazına sarıldığı ve vurduğu için hakemler de Hasan Arıca’dan davacı olmuşlardı. Maçın Gözlemcisi Engin Çelenk’te raporuna yazdığı belirtildi. Bu mahkeme sonuçlandı. Hasan Arıca, 11 ay 20 gün hapis ve 3000 TL de para cezasına çarptırıldı. (15 Haziran 2009-www.hakeminsesi.com) 

Kuzey Kıbrıs’taki Durum:
            Kuzey Kıbrıs’ta onlarca yıldır spor müsabakalar yapılmaktadır. Genelde oynan tüm spor müsabakalarında olay çıkması muhtemeldir. Fakat özellikle son zamanlarda futbol kulüplerinin oluşturduğu bütçelerin toplamı milyonlarca değeri bulmaktadır. Ayni zamanda bu rakam, insandaki kazanma dürtüsünü artırmakta buna paralel olarak da olayların çıkmasına zemin oluşturabilmektedir. Çeşitli izolasyonlardan dolayı KKTC’deki diğer faaliyetlerde olduğu gibi kendimizi diğer entitelere adapte etmekte sorunlar yaşadık. Bizler yalnızca spor oyunlarının kurallara göre oynanması için çalışmalar yapıp kurallardaki değişikliklere adapte olmaya çalıştık. Fakat FIFA veya UEFA, zorunlu kıldığı ilkeleri için KKTC’ye herhangi bir yaptırıma gitmediğinin yanında bizler de futbol kuralları dışında,  spor oyunlarının FIFA veya UEFA’nın deklere etmiş olduğu güvenlik ilkelerine de yeteri kadar uyum sağlayamadık..    

            Son zamanlarda, özellikle, Yükselme Liglerinde hakemlere karşı yapılan darp girişiminden sonra, Kıbrıs Türk Hakem ve Gözlemciler Derneği ligleri boykot etmiştir. Böylece konu halkın gündemine getirilmiş ve toplumun da bu konudaki hassasiyeti oluşturulmuştur. Bununla birlikte, bu saldırıların neden meydana geldiğini araştırıp, sorunun giderilmesi konusunda fikirler üretilmeye de çalışılmaktadır. Kıbrıs Türk Toplumunun genel yapısı ile bu şiddet olaylar tezatlık sergilemektedir.

            Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yasal Mevzuatı içerisinde “spor müsabakalarında oluşan şiddet olaylarını önlemeye yönelik ayrı herhangi bir yasal mevzuat bulunmamaktadır. Bu oluşan kötü olaylar, 3/1962 sayılı Fasıl 154 “Ceza Yasası” ile kontrol edilmeye çalışılmaktadır.  Fakat cezai müeyyide yetersiz kalmakta ve caydırıcılık niteliğinden yoksun olabilmektedir. Ceza Yasa içerisindeki 99. madde diyor ki;
 tahrik edecek biçimde söven herhangi bir kişi, hafif bir suç işlemiş olur ve bir aya kadar hapis cezasına veya yüz bin Türk Lirasına [günümüze uyarlarsak (100 kuruş)] kadar para cezasına veya her iki cezaya birden çarptırılabilir. Yine ayni yasa içerisinde bulunan
242. madde ise diyor ki;
darp eden veya eylemde bulunan herhangi bir kişi, hafif bir suç işlemiş olur ve saldırı, darp veya eylem, bir yıla kadar hapis cezasına veya beş yüz bin Türk Lirasına [günümüze uyarlarsak (50 kuruş) kadar para cezasına veya her iki cezaya birden çarptırılabilir. (http://www.mahkemeler.net/birlestirilmis/f_154.doc)

Yukarıda belirtilenler yasal mevzuat içerisinde bulunmaktadır. Fiiliyata gelince, sorunlar oluşabilmektedir. Mahkemelerin işleyişi, dava veya duruşmaların yoğunluğundan dolayı yavaş ilerlemekte sonuç ise kısa zaman içinde değil uzun zamanda alınabilmektedir. Ayrıca, suçlu bulunanlara uygulanan cezai müeyyidelerde ağırlıklı olarak kefaletle serbest bırakmalar mevcuttur. Bununla birlikte, yasal mevzuat içerisinde yaptırımdan yoksun maddelerin bulunmasında dolayı suçu işlemeye yönelen insanları durduracağına bilakis onları teşvik de edebilmektedir.

Buna ek olarak, Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Çalışma Usul ve Esasları Tüzüğü’nün 59. Maddesine dayanarak, yürürlükteki Kıbrıs Türk Federasyonu Futbol disiplin talimatlarının dışında Ceza Kurulu veya Tahkim futbol oyun alanı içinde veya dışında oluşan aykırı olaylara veya cürümlere karşı düzenlemeler mevcuttur. Fakat bu düzenlemeler yalnızca ilgili futbolcuyu, yöneticiyi veya futbol kulübünü cezalandırmaktadır –kısacası Federasyon ile organik bir bağı bulunan kişiler-. Fakat bizim dışımızdaki entitelerde, şiddeti gerçekleştiren şahıslar kimler ise, o kişiler işledikleri suça paralel olarak Sporda/Futbolda Şiddet Yasalarında bulunan yaptırımlara diğer caydırıcılığı artırılmış ilgili yasal mevzuatlara göre cezalandırırlar.

Sonuç ve Öneri
Sporun toplumsal ilişkilere olumlu katkılarının olmasına karşın, spor müsabakalarında şiddet olayları görülmesi çoğu zaman bu olumlu katkıları yok etmektedir. Sporun ruhunu zedeleyici davranışlar, sporun topluma ve toplumsal ilişkilere getireceği pozitif etkileri azaltmaktadır. Özellikle futbol müsabakalarında yaşanan ve sonucu ölümlere bile varabilen şiddet olayları; sporun/futbolun özünde bulunan rekabet duygusunun kontrol altına alınamamasının, insanın yapısında bulunan şiddet eğilimiyle bütünleşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bizim devletimiz dışındaki entitelerde spordaki şiddet eylemleri karşısında çok ciddi yaptırımları bulunmaktadır. Bunlar arasında; ceza yasalarının dışında var olan “Sporda/Futbolda Şiddet Yasaları” veya “Spordaki Şiddeti Önlemek” için mutabık kalınan ve imzalanan Sözleşmeler mevcuttur.

            KKTC’deki spor müsabakalarında bu şovenist veya holigan duygular neticesinde çıkan kötü olayların önüne geçilebilmesi için yasal mevzuat yönünde yapılması gereken üç yol mevcuttur.

1)                             Mevcut Ceza Yasasındaki (Fasıl 154) cezai müeyyidelerde düzenlemeler yapılabilir –bu yasa değişikliği ile yapılacaklar kısıtlı olabilecektir.
2)                              Ayrı bir “Sporda Şiddet Yasası” hazırlamalıdır. Bu yasa içerisinde yalnızca şiddet olaylarını engelleyen hükümlerinin yanında doping, şike veya teşvikle ilgili hükümler de yerleştirebilir. Böylece, spor müsabakalarındaki görülen şiddet, doping, şike veya teşvik olaylarında daha caydırıcı cezalar uygulanabilir. Bu düzenleme yapılırken FIFA, UEFA veya sosyo-ekonomik yapıları bizimki ile eşdeğer olabilecek bazı ülkelerin yasal mevzuatlar bir masa üzerinde olması şarttır. Ayrıca ilgili konu hakkındaki mahkeme kararları da bir araya getirilebilir.
3)                              Hakemler, her an şiddet hareketlerine karşı karşıya gelecek kişilerin başında gelmektedirler. Bu sebepten, hakeme karşı her türlü şiddet girişimi günün koşullarına göre maddi veya hapis cezası ile cezalandırılmalıdır. Eğer hakemin görevli bulunduğu maç esnasında, yaptığı iş kamu görevi diye nitelenir ve ona göre düzenleme yapılırsa (Türkiye’de olduğu gibi) o zaman KKTC Ceza Yasasının 66. maddesi gereği suçu işleyene 1 yıla kadar hapis cezası verilir. Hakemin herhangi bir darp girişimi karşısında kamu görevcilisi gibi addedilmesi için herhangi bir yasal girişim yapılmamıştır. Eğer Sporda şiddet yasası çıkarılır ve hakem de kamu görevlisi diye nitelenmez ise yine ayni yasanın maddeleri gereği küfür ise 50 kuruş darp ise 100 kuruşla cezalandırılmaktadır. Tabi ki darp sonucu kalıcı herhangi bir iz bırakılırsa o zaman farklı olabilmektedir. Bu sebepten dolayı hakemin kesinlikle bir kamu görevini ifa ettiği özümsenmeli ve ona göre düzenlemelere gidilmelidir. Bu düzenleme yapılırken, 7/1979 Kamu Görevlileri Yasasında ve 65/1987 Sayılı Spor Dairesi Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları Yasasında değişikliğe gidilebilir. 

Kıbrıs Türk Hakem ve Gözlemciler Derneği’nin girişimleri ile hakemlere karşı yapılan darp girişimleri disiplin talimatları ile verilen cezaların yükseltilmesi söz konusu olmuştur. Ben bu eylemi resmin bir yarısı olarak nitelemekteyim. Eğer resmi bütünlemek istersek Federasyon ile bağı bulunmayan kişilere de direkt olarak yasal müeyyidelerin günün koşullarına göre uygulanması için gereken düzenlemelere gidilmesi gerekliliğine inancım tam ve kesindir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde güvenli spor olgusunu içselleştirmelidir. Özellikle futboldaki bütçenin büyümesinden dolayı, olası şiddet olaylarını şimdiden görmeli ve Sporda veya Futbolda şiddet yasalarını gündeme getirmelidir. Buradaki sorumlular arasında bulunan Spordan Sorumlu Bakanlık (Günümüzün Hükümetinde; Milli Eğitim Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı). Eğer yasal düzenlemeler yapmazsak, şiddet olaylarının spor veya futbol üzerindeki oluşturacak olduğu olumsuz etkinin önüne geçemeyeceğiz. Özellikle, bu olumsuz izlenim, Futbol Federasyonu’nun Güvenlik Kuvvetlerinden, polis hakemlerin görev yapması başvurusuna verilen cevabın olumsuz olmasını sağlayan etkenlerden bir tanesi idi. Güvenlik Kuvvetleri’nin 4 Ekim 2005 tarihindeki yazısının 3. maddesinde aynen şöyle der; KKTC’deki Futbol Müsabakalarına karşı olan aşırı ilgi, kulüpler ve taraftarlar arasındaki rekabet ortamı hakemlik mesleğinin suiistimal edilmesine ortam yaratmakta ve komutanlık mensubu personelin hoş olmayan bir takım olaylara ismi karışmaktadır.
Eğer şiddete temel teşkil eden olumsuz tavırları engelleyecek veya caydıracak yasal alt yapımız oluşturulmuş olsaydı, bu gibi gerekçelerin de önü kesilmiş olacaktık.
           
Unutulmaması gereken önemli bir not daha aktaracak olursak, eğer KKTC’deki herhangi bir statta uluslararası bir müsabaka oynanması için, ev sahibi olunmak istenirse, gerekecek olan ilk madde, Güvenli bir maç oynatılması için gereken bütün yasal alt yapının oluşturulması gerekmektedir.
Özellikle, benim de içinde bulunduğum uluslararası toplantılardaki eylemlere girişilmeden önce sorgulanan ilk öğe, ilgili konunun alt yapısı olup olmadığıdır. Eğer yasal mevzuatlar hazır ise, deyim yerinde ise maça 1-0 önde başlarsınız.

Yukarıda belirtilen yasal değişiklikler veya düzenlemeler Anayasanın değişmez maddeleri değillerdir. Fakat yasa yapılırken veya düzenlenirken “Yasaların Prensipleri” dikkate de alınmalıdır.

KAYNAKÇA:
·         Demir Ferhat, “Futbol Olgusu ve Asayiş Yönetimi” Yüksek Lisans Tezi
·         Yağcıoğlu Vasfi Mehmet; Sporda Şiddet Üzerine; Köşe Yazısı
·         (http://www.footballbanningorders.net/overview.html)
·         (http://www.opsi.gov.uk/Acts/acts1989)
·         (http://www.parliament.uk/commons/lib/research)
·         (TC 6222 Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ismiyle kanun 14 Nisan 2011)
·         (TC 3289; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun)
·         (www.hakeminsesi.com) 15 Haziran 2009

·         (http://www.referansgazetesi.com/)

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Lefke Belediyesi'ne Stratejik Planlama Yaklaşımının Getirilmesi

Sizlere aşağıda sunduğum bu çalışmanın amacı, dışarıdan bakan bir gözle, günü birlik politikalardan planlamalara dayalı çalışma koşullarının yaratılması esnasında beyin fırtınası oluşturulmasına katkı sağlamaktır. 

"Ortak zeka, grubun en zeki bireyinden daha zekidir".

Genelde tüm belediyelerde özelde ise Lefke Belediyesi'nde uzun yıllardır günü birlik politikalar uygulamıştır. Günü birlik politikaların uygulanması, faaliyetlerin bütçeye göre önceliklendirilmesinde, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirilmesinde sorunların yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum da belediyenin sürdürebilir yapısında sorunların yaşanmasına önayak olmuştur.  
Yapılması gerekenin kurumsal idari yapının stratejik planlama yapabilecek düzeye getirilmesi (Belediyede istihdam olanağının düşük olmasından dolayı hizmet içi eğitim ile bunun gerçekleştirilmesi mümkündür) 

Stratejik planlama ilk olarak askeri yapılanmada kullanılmakta idi. Strateji savaş başlamadan önce yapılan uzun vadeli bir çalışma, taktik ise savaş sırasında hedefe varmak için yapılan hızlı ve kısa dönemli hareketlerdir.
Son dönemlerde özellikle kurumlar ve işletmelerin gerek toplumun gerekse işletmelerin rekabet düzeylerini artırmaya yönelik olarak da kullanmaktadırlar.

Strateji, pozisyon almak, taktik de hızla uygulanan manevralardır. Stratejik planlama bir süreçtir, ama başı ve sonu olmayan bir süreç. Sürekli değişen çevre koşulları ve iç gelişmeler stratejik planın sürekli olarak değişen bu şartlara uyum sağlayacak bir şekilde güncellenmesini gerektirecektir. Stratejik plan, yapıldıktan sonra bir kenara atılan ve unutulan bir doküman değil, sürekli izlenerek güncellenmesi gereken araçtır.


Belediyelerde yasal mevzuatları gereği kullanılan herhangi bir iş modeli olsa dahi uygulanan faaliyetlerin karşısına çıkan ve engel yaratan tehditleri ortadan kaldırmak veya olumlu etkileyen fırsatları değerlendirmek için planların sürekli güncellenmesi şarttır.
Stratejik Planlamaya bir bakalım;
Planlamayı şöyle özetleyebiliriz;
  • Planlama bir sonuç değil bir süreçtir ve bu süreç planlamanın sonuçlarından daha önemlidir.
  • Planlama hiç bir zaman sona ermeyen bir süreçtir, yapılan planların sürekli olarak güncellenmesidir.
  • Planlama sürekli bir fırsat arayışı olmalıdır, fırsatlar her zaman planladığımızdan daha iyi sonuçlar almamızı sağlar.  Plan olmazsa  fırsatları görmek ve yakalamak neredeyse imkansızdır.
  • Temelde, bir işin gidebileceği birçok yön vardır, stratejik planlama, belediyenin neyi yapıp neyi yapmayacağını, birçok seçenek arasından belirlemektir. Planlama, birçok fırsat arasında yapılması gereken zor bir tercihtir.
  • Planlar, o planı yapmak için kullandığımız varsayımlardan ve o planı kullanma isteğimizden daha iyi olamazlar.
Stratejik Planlamının Yapısı;

1) Stratejik Planın Hazırlanması
2) İç ve dış analiz
3) Misyon, Vizyon-İlkenin belirlenmesi ve değerlendirilmesi 
4) Stratejik Amaçlar ve Hedefler
5) Faaliyet Planı ve değerlendirilmesi

Stratejik planlama bir ekip tarafından yapılan bir iştir. Ekibin tüm bireylerinin deneyimleri, görüşleri, bakış açıları bu sürece katkı sağlar ve bunun yanı sıra şirketin ortak zekasını geliştirir, zenginleştirir. Unutmayalım ki, "ortak zeka, grubun en zeki bireyinden daha zekidir".
Stratejik Planlama yaparken, fırsat veya tehditleri ortaya çıkarabilmek için yanıtlamamız gereken birçok soru vardır ve bu soruların birçoğu İş Modelimizden gelir. Bu soruların yanıtlanabilmesi için sürekli bilgi toplamak ve bu bilgiler doğrultusunda ortaya çıkardığımız yanıt alternatifleri arasından seçim yapmak zorundayız ki bu oldukça zor bir tercihtir.
Bu soruların neler olabileceğini ilgili başlıklar altında ele alırsak ;

MÜŞTERİ :
Kaynaklarımızı ve dikkatimizi yoğunlaştıracağımız hedef grup kim ve müşteri niteliği nedir?
Müşterilerimizin, çözülmesini istediği sorun nedir?
Biz bu sorunu çözebiliyor muyuz?
Karşılayabileceğimiz, ancak henüz karşılayamadığımız bir müşteri ihtiyacı var mı?


DEĞER ÖNERİSİ (Hizmet) :
Belediyemizin sağladığı hizmeti, başka belediyelerin hizmetinden ayıran temel özellikler nelerdir?
Değer önerimiz, müşterimizin satın alma tercihlerini karşılıyor mu?
PAZAR (Belediyenin sağladığı hizmeti satın alan piyasa) :
Pazarın büyüklüğü nedir?
Pazar payımızı koruyor muyuz, artırıyor muyuz yoksa azalıyor mu?
Büyüme fırsatları hangi pazarlarda?

REKABET: (Belediyelerin rekabet ortamı olmamasına karşın göreceli olarak başka belediyelerin varlığı mevcuttur)
  • Rakiplerimiz kimlerdir (Diğer Belediyeler kimlerdir)?
  • Rakiplerimizin pazar payları nelerdir?
  • Rakiplerin hizmetlerini bizim hizmetlerimizden değişik kılan noktalar nelerdir?
  • Fiyat avantajları var mı?
ÇEVRE:
  • İş yapma şeklimizi değiştirmesi muhtemel gelişen eğilimler (teknik – sosyal – ekonomik – siyasi) var mı?
  • Varsa bunların gelişme hızı nedir?
  • Bunlara karşı önlemler geliştiriyor muyuz?
DİĞER SORULAR:
  • Günlük reaksiyonlar yerine zamanında stratejik değişiklikler yaparak proaktif olabiliyor muyuz?
  • Vizyon, misyon ve değerlerimiz tam olarak belirlendi mi?
  • Stratejimizdeki başarımızı engellemesi muhtemel içsel sıkıntılarımız var mı?
  • Hedeflerimize ulaşmak için kullanacağımız taktikler belirlimi?
  • Stratejimiz doğrultusunda gittiğimiz gösterecek ölçümler (kar – pazar payı – fiyat vb.) belirlendi mi?
Bu sorular sadece örnek sorulardır ve kurumun yapısına göre çoğaltılabilir ve değiştirilebilir. Unutulmaması gereken, stratejik planlama bir grup çalışması olduğunda ve sürekli güncellendiğinde yararlı olacaktır. Stratejik planlama sürecinde her zaman "PEST ve SWOT" analizlerine öncelik verilmelidir.
Çalışmamı, T. Karaca hocamızın çalışmasından yararlanarak zenginleştirilmiştir.


10 Ağustos 2014 Pazar

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine Dair

      Kuzey Kıbrıs ile Türkiye arasındaki ilişki, Türkiye'deki siyasal gelişmelerin Kuzey Kıbrıs'a olumlu veya olumsuz yansımaları olmaktadır. Bu düşünce ile seçimin sonuçlarından yarım saat sonra Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair düşüncemi sizlerle paylaşıyorum.
      Cumhurbaşkanı seçimleri gerçekleşti. Seçim sonuçlarının neticesinde R. Tayyip Erdoğan %52'ye yakın bir oyla birinci turdan Cumhurbaşkanı seçildi. Bundan sonraki süreçte ne olacağı konusunda seçim öncesinde bazı fikirler öne sürüldü. Bunların bazılarına katıldık bazılarına katılmadık. 
      Recep Tayyip Erdoğan iyi bir hazırlık süreci geçirerek seçimde başarılı olmuştur. Mecliste temsil edilen CHP ve MHP'nin yanında Meclis dışındaki bazı partilerin de desteklediği Ekmelleddin İhsanoğlu'nun aldığı oy %38,5 civarı (2 partinin oy  oranı (%44 idi). Kısacası, bir önceki seçimde iki partiye oy veren seçmenlerden diğer adaylara (Özellikle Selahattin Demirtaş'a) oy kaymıştır. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) adayı Selahaddin Demirtaş ise seçimlerde %4,5 oy oranını %10'lara yaklaştırmıştır. Bu sonuç, Kürt düşünce partisinin bağımsız olarak değil de bir parti adı altında bundan sonraki seçimlere girme ihtimali de yükselmiştir -gerçi biraz risk içermektedir-.      

      Bundan sonra kısa vadede ne olacak;
      İlk önce, AKP başkanını seçecek ve Haziran 2015 tarihinde yapılacak Genel Seçime hazırlanacak.
Seçimin sonucu, AKP'nin Recep Tayyip Erdoğan'sız devam edip etmeyeceği de görülecektir.
      Cumhurbaşkanı değişikliği, seçim öncesi öne sürülen Başkanlık sistemi gibi bazı rejim değişikliğine yönelik herhangi bir olumlu veya olumsuz katkısı olamayacaktır. Cumhurbaşkanı yetkilerine göre Yasama, Yürütme ve Yargı ile yetkileri belli.. Ayrıca, rejim değişikliğinin olabilmesi Anayasa'nın değiştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Mecliste Anayasa'nın değişiklik teklif kabulü için gerekli olan oy 322 (Toplam Mevcut Milletvekili Sayısı 537) fakat AKP'nin oyu 313'tür.   
     
Ekler:
MADDE 104 Cumhurbaşkanı'nın Görevleri - Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Bu amaçlarla Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:
a) Yasama ile ilgili olanlar:
Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapmak,
Türkiye Büyük Millet Meclisini gerektiğinde toplantıya çağırmak,
Kanunları yayımlamak,
Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek,
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,
Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün, tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek,
b) Yürütme alanına ilişkin olanlar:
Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,
Başbakanın teklifi üzerine bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak,
Yabancı devletlere Türk Devletinin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
Milletlerarası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek,
Genelkurmay Başkanını atamak,
Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak,
Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek,
Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,
Kararnameleri imzalamak,
Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,
Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak,
Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak,
Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
Üniversite rektörlerini seçmek,
c)  Yargı ile ilgili olanlar:
Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.
Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.

MADDE 175 Anayasa Değişikliği
Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür.
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir.
Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis, geri gönderilen Kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu Kanunu halkoyuna sunabilir.
Meclisce üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmî Gazetede yayımlanır.
Doğrudan veya Cumhurbaşkanının iadesi üzerine, Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen Anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan Anayasa değişikliğine ilişkin Kanun veya ilgili maddeler Resmî Gazetede yayımlanır.
Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar.

Halkoylamasına, milletvekili genel ve ara seçimlerine ve mahallî genel seçimlere iştiraki temin için, kanunla para cezası dahil gerekli her türlü tedbir alınır.

11 Temmuz 2013 Perşembe

KIRSAL KALKINMA



AVRUPA BİRLİĞİ’NDE KIRSAL KALKINMA
OLGUSU
Bu çalışmanın amacı, kırsalda yaşayan insan topluluklarının gelir düzey azlığı veya üretim çeşitlenmesindeki yaşanan yetersizlikten kaynaklanan istihdamdaki sorunlardan dolayı, şehir merkezlerine göç eden ve bu göçü en aza indirgeyecek politika uygulamalarından bir tanesi olan Kırsal Kalkınma Programlarını sizlere sunmaktır.
Kırsaldaki istihdamın artırılması, üretimin çeşitlendirilmesi ve kaliteli üretimin sağlanması için uygulanan kalkınma programları,  ne Avrupa’nın ne Türkiye’nin ne de başka bir ülkenin bireysel hedefidir. Bu programlar Amerika’dan Çin’e kadar bütün ülkelelerin kırsaldaki sorunları giderebilmek için uyguladıkları programlardır.
KKTC dışındaki ülkeler kırsalda yaşayan nüfusun yüz yüze kaldığı sorunlara karşı kırsal kalkınma politiklarını uygulayarak çözümler üretmeye çalışmaktadır. KKTC ise bu sorunların üzerinden gelebilmek için bir program temelinde olmasa da, ayrı olarak sorunlarla başetmeye çalışmaktadır. Bunlara örnek olarak, Soğuk Zincir Projesini, Organik Tarım Üreticilerinin sertifikasyon bedellerinin ödenmesini, Tarımsal Ekipman Desteklerini ve eko-turizm girişimlerini sayabiliriz.
Fakat, kırsalın tanımı net olarak yapılmamış olmasına rağmen Belediyeler Yasası ve Yerel Yönetimler Yasasında nüfusu 5001’den fazla olan yerlere Kent tanımlaması yapılmaktadır.  2006 nüfus sayımlarını göz önünde bulunduracak olursak, nüfusu 5.000 ve altı olan yerlerin - ki bunlara kırsal tanımı yapılmaktadır- nüfusun %48,5 ‘ine denk gelmektedir.
Bu çalışmada Kırsal Kalkınmayı genelden özele prensibi uygulayarak inceleyeceğiz. 
Kırsal Kalkınmaya Genel Bakış:
Kırsal Kalkınma genellikle, şehirlere uzak semtlerde ve kırsalda yaşayan insan topluluklarının yaşam standartlarının geliştirilmesine yönelik eylem ve inisiyatiflerin alınması olarak kullanılmaktadır. Nüfusu düşük olan bu topluluklar, açık alanlarda örnek girişimler olarak tanımlanabilmektedir. Kırsal alanlar, insanoğlunun kendi cinsiyle ve doğa ile girdiği çeşitli etkileşimlerin üzerinde yer aldığı mekânlardır. Bu alanlar, çoğu zaman tarım ve ormancılığın başat olduğu ama bunun yanında turizm, küçük ve orta ölçekte sanayinin ve el sanatları gibi diğer ekonomik faaliyetlerin de önemli olduğu, üzerinde insanoğlunun köy, pazar gibi sosyal yapılar yükselttiği, ekolojik açıdan değerli ve kentli insanlarla da sürekli etkileşim halinde olunan mekanlardır.
Kırsal Kalkınmanın amacı çoğunlukla, bölgelerin sosyo-ekonomik kalkınmasına yönelik yapılan eylemlerdir. Bu program genellikle, yerel ve bölgesel otoriteden, bölgesel kalkınma kurumlarından, Sivil Toplum Örgütlerinden, ulusal hükümet veya uluslararası kalkınma kuruluşlarından yukarıdan aşağıya doğru olmaktadır. Fakat daha sonra yerel nüfus da, kalkınma için inisiyatifler getirebilmektedir. Bu konu gelişmekte olan ülkeler için limitli değildir. Gelişmiş ülkeler kırsal kalkınma programlarında çok faal olmaktadır. Kırsal Kalkınma politikasının ana amacı gelişmemiş bölgeleri geliştirmektir. Ülkelerin gelişmesinin yalnızca sanayileşmeyle olması yetersizdir, buna ek olarak sıradan olan kişilerin de hayatlarını sürdürmesi gerekmektedir.
Kırsal Kalkınma politikalarındaki başarı, yalnızca kırsal bölgelerin lehine olmamakta, şehirlere de avantaj sağlamaktadır. Şehir merkezlerinin cazibesinden dolayı, kırsaldaki nüfus sürekli bir şekilde köyden kente akın etmekte, bunun sonucunda şehirlerdeki yığılmadan kaynaklanan sosyo-ekonomik dengesizlikten, çevresel hatta trafik sorunlarını da beraberinde getirmektedir.  
Kırsal bölgeler, genellikle büyüktürler ve düz-açık arazilere izole edilmiş durumdadırlar (düz ve açık alanlar ormanlıklara atıfta bulunmamaktadır), ve sıklıkla bu bölgelerde daha az yoğun nüfus bulunmaktadır.
Dünyadaki kırsal nüfusun %91’e yakını sabit gelirlidir ve sıklıkla şehir merkezlerinde bulunmaktadırlar (Güney Kıbrıs’ın %75 nüfusu şehirlerdedir).  Geriye kalan nüfusun  %10’u dünyanın kömür, bakır ve yağ ihtiyacının %20’sini, buğdayın %10’unu, etin %20’sini ve mısırın %50’sini üretmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde nüfusun %75’i şehir veya şehirlerin kenar mahallerinde kalmaktadırlar. Bu tür yerler Amerikan topraklarının %2’sini oluşturmaktadır. Kırsal alanlar ise toprakların %98’sini kapsamaktadır.
Özellikle, Kırsal Kalkınma ile ilgili sorunların çözülebilmesi için, ilk önce kırsalın tanımını yapmak gerekmektedir. Kırsalın tanımı ülkelere göre değişiklik arz etmektedir. Bu değişiklikler genelde, sosyo-ekonomik kriterler temeline oturan tanımlamalardır ve birbirinden çok farklıdır. Bu tanımlamalarda kırsal alanlar arazi parçası olarak ele alınıp tarımsal deseni, arazi kullanımı, kentlere yakınlığı gibi kıstaslar göz önüne alınabilmekte, yine bu alanlar sosyo-kültürel özelliklerine bağlı olarak sosyal temsil, alışkanlıklar, ekonomik faaliyetlerde çeşitlilik ve nüfus azalması, göç olgusu gibi kriterler çerçevesinde değerlendirilebilmektedir. Bunun yanında, OECD (Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü), kırsal alanlar için bir tanım geliştirmiştir. Buna göre,  kırsal alanlar nüfus yoğunluğunun km² başına 150 kişinin altında olduğu topluluklardır. Bu tanım ışığında, bölgeler üç gruba ayrılmış, nüfusunun %50’den fazlası kırsal topluluklarda yaşayanlar kırsallığı baskın bölgeler, %15–50 arası kırsal topluluklarda yaşayanlar önemli ölçüde kırsal bölgeler, nüfusun %15’inden azı kırsal topluluklarda yaşadığı bölgeler ise kentselliği baskın bölgeler olarak sınıflandırılmıştır. Fakat genel olarak ülkeler, OECD’nin kullandığı felsefeye yakın kendi kırsal tanımlarnı yapmaktadırlar.
Kırsal Kalkınmanın tanımı ulusal mevzuatlara derç edildikten sonra, Kırsal alandaki sorunlara çözüm getirebilmek için önlemler hazırlanmasını sağlayacak program ve bu programları yürütecek kuruluşların kurulması gündeme gelmektedir. Ülkelere göre kırsal kalkınmanın yürütülmesi değişiklik arz etmektedir. Bazı ülkelerde, bir program doğrultusunda sürdürülürken, bazı ülkelerde de sorumlu kamu kuruluş veya ulusal ve/veya uluslararası kuruluşlar tarafından yürütülmektedir. Bunların bazıları aşağıda sıralanmıştır.
·         Amerika Birleşik Devletlerinde Tarım Bakanlığı Kırsal Kalkınma Ajansı
·         Kuzey İrlanda‘da Kırsal Kalkınma Konseyi (Konu ile ilgili paydaşların bir araya gelip 1991 yılında kurduğu konseydir.)
·         İngiltere Çevre Gıda ve Kırsal İşler Bakanlığı (Tarım bu bakanlığın altında yer almaktadır)
·         Hindistan‘da Kırsal Kalkınma Bakanlığı, George Kuruluşu ve Tarımsal Kalkınma ve Eğitim kurumu
·         Pakistan’da Kırsal Kalkınma Programı
·         Köy Dünyası (Bütün Dünya çapında Kalkınmaya dayalı, sürdürülebilir köy Konsorsiyumu)
·         İrlanda Tipperary Enstitüsü (Kolej)
·         Güney Afrika Kırsal Kalkınma Ajansı, AsgiSA Eastern Cape Eyaleti olan (Kırsal Finans Ortaklığı 1 Nisan 2010)

Avrupa Birliğinde Ortak Tarım Politikası ve Kırsal Kalkınma

Ortak Tarım Politikası:
AB Tarım Bakanları, Avrupa Birliğinde Ortak Tarım Politikası Temel reformunu 26 Haziran 2003 yılında kabul etmişlerdir. Bu reform AB çiftçisine piyasanın isteklerine göre özgür bir şekilde üretim yapılmasını sağlamasının yanında vergi mükelleflerine ve tüketicilerine yönelik de olacaktır. Gelecekte, desteklerin büyük çoğunluğu üretim hacminden bağımsız olarak ödenecektir. Üretimden vazgeçmeyi engellemek için, üye devletler net sınırlar içinde sübvansiyon ve üretim arasındaki sınırlı bağlantıyı sürdürmeyi seçebilirler. Bu yeni “Tek Çiftlik Ödeme”leri çevre, gıda güvenliği ve hayvan sağlığı standartları ile bağlantılı olacaktır. Gerekli gelir dengesini sağlayarak, teşvik ve üretim arasındaki bağlantının bölünmesi AB çiftçilerini daha rekabetçi ve piyasa odaklı yapacaktır. Büyük çiftliklere doğrudan ödemeleri azaltarak, daha çevreye saygılı, kaliteli ürün ve hayvan sağlığı programlarına önem veren çiftçilere verilecektir.  Avrupa Konseyi, sütü, pirinci, tahılı, sert buğdayı, kuru yem bitkisi ve sert kabuklu meyve sektörünü tekrardan gözden geçirme kararı almışlardır. 2013 yılına kadar AB–25 ülkelerinde bütçe tavanını sıkmak için bakanlar finansal disiplin mekanizmasını ortaya koymuşlardır. Bu reform, dünya ticaret örgütü ile yürütülen ticari konularda AB’nin müzakere elini güçlendirecektir. Bu reformun değişik elementleri 2004 ve 2005 yılında yürürlüğe girecek şekilde planlanmıştır. Tek Çiftlik Ödemeleri de 2005’te yürürlüğe girecek şekilde planlamışlardır.
Ortak Tarım Politikasının Temel Öğeleri:
·         AB Çiftçileri için Tek bir Çiftlik Ödemesi, üretimden bağımsız; üretimden koparılmamak için  sınırlı üretime dayalı ödemeleri sürdürülebilir.
·         Bu ödemeler, iyi tarımsal ve çevresel uygulamaları bütün tarımsal bölgelerde sürdürmek için gereksinimlerin yanında çevresel, gıda güvenliği, hayvan ve bitkisel sağlık ve hayvan refahına saygı gösterilmesi ile ilgili olacaktır. ("Çapraz Uyum"),
·         Daha fazla Avrupa Birliği finansıyla güçlendirilmiş kırsal kalkınma politikası, çevre, kalite ve hayvan refahı sağlamak için yeni önlemlerin belirlenmesi ve 2005’te başlayan AB üretim standartlarını karşılamak için çiftçilere yardım etmek,
·         Kırsal Kalkınma politikalarının finanse edilmesi için büyük çiftlikler için verilen doğrudan ödemeleri düşürmek, 
·         2013 yılına kadar çiftlik bütçelerini sabitlemek ve geçilmemesine yönelik finansal disiplin mekanizmasını kurmak,
·         Ortak Tarım Politikasının piyasa politikasını gözden geçirmek,
·         Süt sektöründe asimetrik fiyat kesintisi: Dört yıl içinde, Gündem 2000 ile kıyaslandığı zaman %10 ek fiyat kesintisi yapılacak sektör olan yağ için müdahale alımı %25 düşürülecek ve Gündem 2000’de hemfikir olunduğu şekilde, yağsız süt tozunda 3 yılın sonunda %15 azaltılacaktır ve bu hala korunmaktadır,
·         Tahıl sektöründe aylık artışlarla azaltma yarıya düşürülecek, mevcut müdahale fiyatı sürdürülecektir,
·         Buğday, sert buğday, sert kabuklu meyveler, patates nişastası ve kuru yem sektöründe reform yapılacak.
Kırsal Kalkınma
Yukarıda belirtilen Ortak Tarım Politikasının Temel Öğelerinin 3. ve 4. paragraflarda belirtilmesi üzerine Kırsal Kalkınma Politikası bir o kadar daha önem kazanmıştır.
Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinin %56 nüfusu kırsal alanda yaşamaktadır. —Ki bu alan toplam alanın %91 arazisine denk gelmektedir. Bu sebepten dolayı, kırsal kalkınma hayati öneme sahip bir politika bölgesidir. Avrupa Birliği’nde, tarım ve ormancılık doğal kaynakların yönetimi ve arazi kullanımında hayati öneme sahip olmakla birlikte kırsal topluluklarda ekonomik çeşitlilik de önem arz etmektedir. Bu sebepten dolayı, Avrupa Birliği’nin kırsal kalkınma politikasının güçlendirilmesi öncelikli konumda bulunmaktadır.
Avrupa Birliği, kırsalda yaşayan insan topluluklarına kayda değer hedeflerin başarılması için, kırsal kalkınma politikasında aktif rol oynamaktadır.
Kırsal bölgelerin çoğu, önemli mücadelelerle yüz yüze gelmektedir. Çiftçilik ve ormancılıkta hala daha rekabetçiliğin artırılması gerekmektedir. Çoğunlukla, becerilerin dar olduğu ve daha az gelişmiş kırsal bölgelerdeki kişi başına düşen gelir şehirlere göre daha düşük olmaktadır. Ayrıca, kırsal çevre bakımı genellikle finansal maliyeti taşır.
Diğer bir taraftan, Avrupa’nın kırsalı hala daha ilgiye ihtiyaç duymaktadır. Topluma temel ham maddeleri sağlamaktadır. Eğer çevreye iyi bakıldığı takdirde, değeri, güzelliği, dinlenme ve eğlence mekânı olduğunu kanıtlayacaktır. Bu eylemler, insan vücudundaki akciğere de benzemektedir. Bu sebepten dolayı, bu mekanları iklim değişikliği ile mücadele etmeye yönelik savaş alanı diye de nitelendirebiliriz. Kırsal bölgelere uygun servisler ve altyapılar sağlanırsa, insanların o bölgelerde kalması ve çalışması için çekicilik sağlanacaktır.
Bu meyanda, istihdam ve büyüme için Lizbon Stratejisi ve sürdürülebilir kalkınma için Göteborg Stratejisi kırsalla ilgilidir.
Teorik olarak Avrupa Birliği üye ülkeleri, kendi başlarına kırsal kalkınma uygulamalarını bağımsız olarak gerçekleştirebilirler. Fakat pratikte, bu yaklaşım çok yetersiz kalacaktır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin çoğunluğu bunu sağlayamayacaktır. Dahası, kırsal kalkınma ile ilgili birçok konu ulusal ve bölgesel sınırları içerisinde kalmamakta, uzakta bulunan insan topluluklarını da etkilemektedir (örneğin, kirliliğin sınırları kolayca geçebilmesinden dolayı AB ve Uluslararası arenanın sürdürebilir çevre ile ilgilenmesi sağlanmıştır). Ayrıca, kırsal kalkınma AB düzeyindeki diğer politikalarla da ilgili olmaktadır.
Bu sebepten dolayı, her şeye rağmen kontrol üye ülkeler ve bölgelerin ellerinde olmadığından dolayı AB ortak Kırsal Kalkınma politikası mevcuttur.
Bu politika AB’nin merkezi bütçesinden, bir kısmı üye ülkelerin ulusal veya bölgesel bütçelerinden finanse edilmektedir.
Üye ülkelerin ve bölgelerin mevcut politika önlemlerinin yanında 2007–2013 dönemini kapsayan kırsal kalkınma politikaları Avrupa Birliği’nin 1698/2005 sayılı konsey tüzüğünde bulunan temel kurallarla yönetilmektedir.
Bu tüzük altında, 2007–2013 dönemindeki kırsal kalkınma politikası 3 temaya odaklanmaktadır ( bilinen tematik eksenler). Bunlar:
·         Tarımcılık ve Orman sektörünün rekabetçiliğinin geliştirilmesi;
·         Çevre ve Kırsalın geliştirilmesi;
·         Kırsal Kalkınmadaki yaşam kalitesinin geliştirilmesi ve kırsal ekonominin çeşitlendirilmesinin teşvik edilmesi sağlanmaktadır.
Dengeli bir yaklaşım sağlamasına yardımcı olmak için, üye ülkeler ve bölgeler, dağıtılacak olan kırsal kalkınma fonlarının yukarıda belirtilen üç eksen arasında olmasını taahhüt ederler.
Bir diğer tematik eksen olan, LEADER Toplum İnisiyatifleriyle (LEADER: Kırsal Ekonominin Kalkındırılması için Faaliyetler Arasındaki Bağlantılar) deneyime dayalı projelerin fonlanması gerekliliğinden dolayı daha ileri gereksinimler mevcut olacaktır. “LEADER Yaklaşım” yerel problemlere yönelik ve yerel ortaklıklar tarafından tasarlanan ve yürütülen bireysel projeleri içermektedir. 2007 öncesi her üye ülke kırsal kalkınma programı hazırlar ve bu programda fonların ve hangi önlemlerin yer alacağı belitilir. Fakat yeni dönemde bütün Avrupa’da kırsal kalkınma stratejilerinde uyumluluğuna büyük vurgu yapılmaktadır. Bu, AB Stratejik Rehberinde zorunlu hale getirilen Ulusal Strateji Planının kullanmasıyla başarılabilinir.
Bu yaklaşım aşağıda yazı olan yerlere yardımcı olmalı:
·         AB kırsal kalkınma desteklerinin kullanılarak AB düzeyinde en çok değerli katkıyı sağlayacak olan bölgeleri belirlemek;
·         AB temel öncelikleri ile bağları yaratmak (Örneğin, bunlar Lizbon ve Göteborg gündemleri altında olmalıdır);
·         Özellikle ekonomik uyum ve çevre ile ilgili AB politikaları ile uyumun sağlanması;
·         Yeni piyasa odaklı Ortak Tarım Politikasının yürütülmesine yardımcı olmak ve gerekli yapılandırma yeni ve eski üye ülkelerde şarta bağlamak.
Kırsal Kalkınma yatırımları, tarım stratejilerine uygun olarak yaratılan Kırsal Kalkınma Planı’ndaki önlemler doğrultusunda yapılmaktadır.
Avrupa Birliği’nin yıllara göre Tarım ve Kırsal Kalkınmaya Ayırdığı Finansman Miktar ve Yüzdeliği:
a)       2010 yılına ait taslak bütçede 141,5 milyar bütçe ayrılmıştır, Topluluk bütçesinin %40,47’sidir.
b)       2011 yılında 141,9 milyar olan topluluk bütçesinin %42’si Tarım ve Kırsal Kalkınma programına ayrılmaktadır.
c)        2012 2011 yılında 147,2 milyar olan topluluk bütçesinin %40,8’i Tarım ve Kırsal Kalkınma programına ayrılmaktadır.
d)       2013 yılına ait taslak bütçede 150,9 milyar bütçe ayrılmıştır., topluk bütçesinin %39,8’i Tarım ve Kırsal Kalkınma programına ayrılmıştır.

TÜRKİYE’DE KIRSAL KALKINMA
Türkiye Avrupa Birliği’nin aday ülkesi olduğundan dolayı, Kırsal Kalkınma Uygulamaları, yukarıda belirtilen Kırsal Kalkınma Mevzuatı (1698/2005 ec) tarafından değil de (Bu mevzuat üye ülkelere yöneliktir), 1085/2006 ec (IPA) sayılı konsey tüzüğü tarafından yürütülmektedir.
Katılım öncesi araç- kırsal kalkınma bileşeni (IPARD) daha önce aday ülkeler için oluşturulan Tarım ve Kırsal Kalkınma Özel Katılım Programı (SAPARD)’la, ilkeler ve uygulama açısından büyük benzerlikler taşımaktadır. Bu bileşenin temel amacı; Avrupa Birliği (AB) Ortak Tarım Politikası ile ilgili müktesebatın uygulanmasına ve aday ülkelerde tarım sektörü ve kırsal alanların sürdürülebilir biçimde adaptasyonu için bazı önceliklere ve sorunların çözümüne katkıda bulunmaktır.
Türkiye’deki mevcut Kırsal Kalkınma yatırımları, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007–2013), Tarım Stratejisi (2006–2010) ve Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi (UKKS) çerçevesindeki Kırsal Kalkınma hedefleri doğrultusunda belirlenmektedir. Türkiye’de 2006–2010 yıllarındaki Kırsal Kalkınma yatırımları bütçe oranının %10’unu oluşturmaktadır.
Kırsal Kalkınma Programıyla, tarım sektöründe ve kırsal alanda faaliyet gösteren üreticilerinin, özel sektörün ve potansiyel yatırımcıların Tarım ve Kırsal Kalkınma alanında desteklenmesi amacı ile 2007–2013 döneminde uygulamaya konulmuştur. AB hibe fonları kırsal kesimde yaşayan halka, çiftçilere, üretici birliklerine ve tarım sektöründe faaliyet gösteren firmalara projeler karşılığında ve sözleşmelerine uygun olarak kullandırılmaktadır.
AB ve uluslararası kuruluşlardan sağlanan kaynakların Türkiye’de Kırsal Kalkınma Programlarının uygulanmasına yönelik faaliyetlerde kullanılmasını sağlamaktır. Söz konusu faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla, 4 Mayıs 2007 tarihinde Türkiye büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 5648 sayılı “Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” 18.05.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NDE KIRSAL KALKINMA
24 Nisan 2004 tarihinde referanduma sunulan Annan Planı’nın Güney Kıbrıs tarafından kabul edilmemesinden sonra, 1 Mayıs 2004 tarihli beşinci AB genişlemesi çerçevesinde Güney Kıbrıs, 2003 Katılım Anlaşması’nın 10. Protokolün 1. maddesi uyarınca Kıbrıs bir bütün olarak AB’ne girmiş; ancak Topluluk Müktesebatı, adanın kuzey kesiminde askıya alınmıştır. Ayrıca bu protokolün 3. Maddesi Kıbrıs Türk Toplumunun ekonomik kalkınmasına yardımcı olunmasının protokole aykırı olmayacağını belirtilir. AB Konseyi, 26 Nisan 2004 tarihinde bir tavsiye kararı almıştır. Bu tavsiye kararı doğrultusunda, Kıbrıs’ın kuzey kesiminin kullanımına tahsis edilmiş olan 259 milyon Avro Kıbrıs Türk toplumunun kullanımına sunulmuştur. Konsey’den gelen bu çağrıya yanıt veren Avrupa Komisyonu kapsamlı bir yardım ve ticaret önlemleri paketi sunmuş olup, Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik kalkınmasını teşvik etmeye yönelik mali destek aracını ortaya koyan 389/2006 sayılı Konsey Tüzüğü 27 Şubat 2006 tarihinde kabul edilmiştir.
Bu çerçevede Kıbrıs’ın kuzey kesimi için 2007–2012 yıllarını kapsayan Kırsal Kalkınma Programı uygulanmaya başlanmıştır. Bu programa toplam bütçe 29,7 Milyon Avro ayrılmıştır.
Bu programın yürütülmesi için KKTC’de Avrupa Birliği’nin finansmanı ile oluşturulan Kırsal Kalkınma Program Yönetim Birimi ile Kırsal Kalkınma Destek Ekibi kurulmuştur. Kırsal Kalkınma Planı Tarım Bakanlığı altında kurulan Kırsal Kalkınma Birimi ile eş güdüm içerisinde hazırlanmaktadır.  Bu programa ayrılan finansmanın 18,5 milyon avrosu hibe olarak ayrılmıştı. Ayrıca, programa ayrılan tüm finansmanın sözleşmeleri 18 Aralık 2010 tarihinde imzalanmıştır.
Kırsal Kalkınma programının 4. ekseni olan LEADER programı KKTC’nin Kuzey Batı Bölgeleri (Lapta, Güzelyurt, Lefke Belediye sınırları dahilinde), Doğu Mesarya Bölgesi ve Karpaz bölgesinde yürütülmüş ve stratejiler hazırlanmıştır.
Bunlara ek olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kırsal Kalkınma olgusu yavaş yavaş benimsenmeye başlamıştır. Bu meyanda, Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı altında Kırsal Kalkınma ile ilgili bir birim devreye girmiştir.
Bununla birlikte, Avrupa Birliği Yasal Mevzuatın Uyumlaştırılması kapsamında bulunan Fasıl 11 altındaki Kırsal Kalkınma ile ilgili 1698/2005 ve 1974/2006 sayılı Konsey Tüzüklerinin ulusal mevzuatımıza derç edilme çalışmaları sürdürülmektedir. Özellikle 1698/2006 sayılı Konsey Tüzüğünün ilgili maddesine göre bir Yönetim Otoritesi kurulması gerekir ve bu Yönetim Otoritesine Teknik Destek sağlayacak mevcut Kırsal Kalkınma Biriminin yasallaşması gerekmektedir.