19 Haziran 2018 Salı

Belediye Başkan Adayı Olmanın Püf Noktaları Nelerdir?


Belediye Seçimleri gün geldi çattı. 2010 yılında bir platformda Belediye Başkanı Neden Aday Olunması gerektiğine dair bir yazı yazmıştım. Amacım, aday olacak kişilerin zihninde bazı çağrışımlar veya geri dönütleri yakalayabilmekti. Arşivi karıştırırken, bulduğum bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.



• Hafta sonu yapılacak seçimlere "Ben Aday Olsaydım, Neler Yapacaktım";

İlk olarak aday olmaya karar verdiysem, bir önceki seçimin hitamının ertesi günü faaliyetlerime başlardım. Eğer, bir parti amblemi altında seçime gireceksem, partinin bölge temsilcileri veya merkezi yönetimle belediyeye bağlı tüm köyleri gezer, eğer bağımsız gireceksem, yerleşim yerlerinin ziyaretlerini yalnız veya çalışma arkadaşlarımla bölgenin önde gelen şahısları ile bir araya gelerek sorunları alır gündeme taşır ve yerine getirilmesini sağlardım. Eğer çözümlenmeyen sorunlar varsa, benim de aday olmamın bir amacı olur.

"Kendime Bir Vizyon Belirlerdim": 

Belediye'yi ve Beldeyi öngörülebilir seviye ulaştırmak; 

Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin Üyesi olabilecek niteliğine sahip olmanın yanında, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesinin Belediye Meclisi Tarafından Kabulü ve içselleştirilmesinin elzem olduğunun altını çizerdim.. Bu vizyon çerçevesinde bölge halkının motivasyon ve konsantrasyonun artırılmasını hedef alırdım...

Vizyona Ulaşmak için Amaçlarımı Belirlerdim.

Bu amaçlara ulaşmak için, Belediyeler Yasası, Belediyeler Personel Yasası, Kamu'nun Borçlanmasına İlişkin Yasası'nın verdiği yetkiler çerçevesinde 4 yılı kapsayan faaliyetleri ve bu faaliyetler sonucunda başarı göstergelerimi de unutmazdım. 

-Halkın yapılan faaliyetlerin belirlenen amaçlara ulaşıp ulaşmadığını görebilmeleri Belediye'ye olan güvenin artacağını tahayyülde canlandırırdım .

Tüm faaliyetleri bir strateji belgesinde toplar ve belediyenin 4 yıl içerisinde hangi argümanları kullanarak başarıya ulaşabileceğini halka sunardım.

Ayrıca, Belediye'ye Kalite Yönetim Sistemlerini kurmaya yönelik çalışmalara başlayıp, 6 ay içerisinde ISO Belgesini alacağımı ve devamlılığını sağlayacağımı taahhüt ederdim. Burada, vatandaş odaklı bir hizmetin verilmesini kendimize şiar edinir ve halkın kaybolan veya azalan memnuniyetini tekrardan kazandırılmasını hedeflerdim..

Herkesin ağzına pelesenk olan "Şeffaflığı" sağlamak için altyapı çalışmalarını taslaklaştırırdım.

Genelde Belediyenin re-organizesi, özelde ise planlama ve projelendirme gibi güncel sorunlara cevap verebilecek yapılanmanın oluşturulmasına yönelik yasal ve İdari mekanizmayı yaratmak ve personele yönelik Eğitim Çalışmalarını faaliyetler arasına yer almasını sağlardım. 

Yukarıdaki faaliyetler İdari İşleyiş mekanizması ile ilgilidir. İdari Mekanizmadaki yapılacak faaliyetler, yasal mevzuatta belirtilen yükümlülükleri Kaliteli bir şekilde yerine getirip, halkın memnuniyetinin artırılacağını belirtirdim

• "Projeleri ise, gerçek anlamda Belediye Başkan Adaylarının kıvrak zekalarına bırakıyorum...

4 Haziran 2018 Pazartesi

5 Haziran Dünya Çevre Günü (2009) Yazısı




5 Haziran 2009 tarihli ve 7749 sayılı Ortam Gazetesindeki Özel Makaleler sayfasında yayımlanan yazım 

 5 Haziran Dünya Çevre günü dolayısıyla bugün insanların çevre duyarlılığının artırılması için çeşitli eylemler yapılmakta veya yazılar yayınlanmaktadır. Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam ya da şartlardır. Yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu doğal dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre sorunlarını oluşturmaktadır.

Çevre sorunları insanın bireysel olarak bulunduğu yerle sınırlı kalmayıp evrensel boyut kazandığı için 5 Haziran 1972 tarihinde İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi. Stockholm konferansı, 5-16 haziran 1972 tarihleri arasında çalışmalarını sürdürmüş ve konferans’ın son günü bir deklarasyon yayınlanmıştır. İnsanlığın, Birleşmiş Milletler seviyesinde, çevre konularını ilk büyük değerlendirmesi niteliğini de taşıyan bu metin 27 maddeden oluşmakta idi.

Birleşmiş Milletler dışında çeşitli bölgesel birlikler -ki bunların başında Avrupa Birliği gelmektedir- çeşitli projelerin, sürdürülebilir kalkınma planlarının uygulanması veya kullanmış olduğu çeşitli subvansiyelerle çevreye daha duyarlı neslin yetişmesini sağlamaktadır.

İnsanların çevre açısından karşı karşıya kaldığı başlıca problemler, su hava ve toprak kirlenmesidir.

a) Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Ayrıca, içme suyu olarak kullanılacak olan su kalitesinin azalmasına yol açar.   

b) Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.

c) Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.

Bununla birlikte doğal çevrenin korunması için alınacak olan belli başlı önlemler;
-Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile kirletilmemeli,
-Biriken çöpler usülüne uygun olarak hemen kaldırılmalı, depolanmalı veya yok edilmeli
-Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
-Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilme­li.
-Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.
-Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu yaslarımızın öngördüğü cezalar uygulanması için izleme ve yönetme şarttır.
-Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.
-Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların, bulunduğu­muz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım. Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.

Çevreyi evrensel boyutta inceledikten sonra isterseniz bir de ülkemize bir bakalım. Bizler çevre ile ilgili ne gibi faliyetlerde bulunmaktayız.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, çevrenin korunmasına yönelik 21/97 sayılı Çevre Yasası yürürlüktedir. Bu Yasa’nın amacına bakacak olursak;

Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; insan sağlığını olumsuz etkileyen, su, toprak, hava kirliliğinin ve gürültünün önlenmesi ve ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlık, kültür ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerini, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeler çerçevesinde düzenlemektir.

Sorgulanması gereken bu yasanın amacına uygun hareket edilip edilmediğidir. Bu yasa altında çevrenin korunması sağlanmak için çeşitli tüzükler de yürürlüktedir. Fakat herşey yasada yazıldığı gibi olamamaktadır.

Kuzey Kıbrıs’ta çevreyi etkileyen faktörler arasında çöp toplama alanları bulunmaktadır. Bu sorun katı ve sıvı atıkların yönetimi konusunda çeşitli sorunlar çıkmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle, Dikmen ve diğer Kırsal bölgelerdeki çöp toplama alanlarının yanmasıyla büyük çevre kirlenmesi olmaktadır (Dikmen çöp toplama alanı devre dışı bırakılarak, çöp ayrıştırma işlevinin de yapıldığı Güngör çöp depolama alanı devreye alınmıştır).



Atıkların yönetimi konusunda 51/1995 Belediyeler Yasasındaki 16. Maddesi aynen şöyledir;

(5)     (A)    Genel yerlerin, ev ve işyerlerinin çöp ve süprüntülerini toplamak veya toplattırıp yok ettirmek ve bu amaç için gerekli olan araçları temin etmek, tesisler kurmak veya bu amaç için anlaşmalar yapmak;
         (B)    Çöp, süprüntü, sanayi atıkları ve inşaat molozlarının dökülüp imha edilebileceği yerleri saptamak ve bu gibi atıkların gelişi güzel ve gerekli izin alınmadan atılmasını, dökülmesini ve depolanmasını önlemek;

Dikmen çöplüğünü birçok belediye yanında bir de özel şirket kullanmakta olup bir sahipsizlik ve yetki karmaşası söz konusudur. Çevre Koruma Dairesi 2004 yılında düzenli depolama amacı ile ihaleye çıkmış ve 2005 yılında ilgili firma işltemeye başlamıştır. Böylece bu ihaleden sonra iki başlılık yaratmış ve uygulamada bazı sorunlar doğurmuştur. Her sorunda, herkes birbirini suçlamış ve durum bir türlü çözülememiştir. Ayrıca, bu çöplükte çeşitli dönemlerde yangınlar çıkmakta ve bu karmaşa yetkisinden dolayı haftalarca çöpler yanmasından dolayı insanlar zehirlenmektedir. Alınacak olan önlemler siyasetten saf ve duru bir şekilde ayrılır ve sorunlara mantıksal çerçevede ve evrensel boyutta yaklaşılırsa sorun çözülebilir. Ne var ki böylesine ciddi bir sorun sürüncemede bırakılmış, çözümlenememiş ve halkımızın bağrına saplanan bir hançer gibi ortada durmaktadır. Dikmen çöplük sorunu, yeni hükümetin en ivedi olarak çözmesi gereken çevre sorunlarından biridir (Dikmen çöplüğü devre dışı bırakıldıktan sonra tarihe düşülen bir not olarak kalabilir).
        
Kıbrıs’ın hatta Akdeniz’in büyük bir sorunu da Lefke bölgesindeki CMC madenidir. Lefke bölgesinde 1913 yılında maden çıkartılmaya başlamış ve maden şirketi Kıbrıs sorununu bahane ederek 1974 yılında arkasında milyonlarca ton maden atığı ve onbinlerce ton kimyasal atık bırakarak bir çevre felaketine yol açılmıştır. Yıllarca maden atık havuzlarından akan su denizin ve dolayısıyla Akdeniz kirlenmesine yol açmıştır. Konu hakkında çeşitli araştırmalar ve analizler yapılmış ve sorunun ciddiyeti yıllar sonra anlaşılmıştır. Böylece, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ihaleyi Plejades şirketi kazanmış ve CMC fizibilite çalışması gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte, yine karmaşaya yol açacak devlet ihalesi gerçekleştirilmiştir. Bu ihaleye göre, ihaleyi alan Port İsbi şirketi ÇED raporunun onaylanmasından sonra mevcut maden atıklarının işlenmesi ile oradaki bölgenin temizlenmesi sağlanacaktır. Buradaki karmaşıklık ise, finansmanını Avrupa Birliği’nin yaptığı şirketin fizibilite raporu ile Devlet ihalesini kazanan şirketin atıkların bertarafının yöntemi konusundaki görüşler bir birinin tam zıttıdır (Port İsbi de Maden Atıklarını Temizleyemedi).



Üçüncü olarak, en az bundan öncekiler kadar önemli Taşocaklarının yarattığı tahribatı ve kirliliği ekleyebiliriz. Taşocakları bölgelerinde bulunan orman arazileri vahşi bir şekilde yok edilmektedir. Bölgelerdeki canlı türler de zarar verilmiş hatta yok edilmiştir. Uygulama kesinlikle sürdürülebilir değildir. Bu konudaki politika ve yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve sorgulanmalıdır. Sivil toplumun bu konuda yükselen feryatlarına maalesef kulak tıkanmakta ve hiçbir şey yapılmaksızın uygulama sürdürülmektedir.    

Bunlarla birlikte, çevreye verdiğimiz onca zarardan dolayı değişen iklimlerin yaratttığı ortamları, kuraklıktan dolayı veya bilinçsiz su tüketiminden dolayı azalan su kaynaklarımızı,  atık madeni yağların kontrolsüzlüğünü, orman yangınlarının çevreye verdiği zararları, araçların çıkardığı eksoz gazının denetimini sağlayan tüzük olmasına rağmen, hala daha trafikte siyah dumanlar içinde seyreden araçları, ayrıca yakıt kullanan araçlar dışındaki diğer ulaşım araçlarının kullanım kıtlığından dolayı trafikte artan araç sayısının tetiklenmesini bir de deniz sahillerimizin temiz tutulmasını başaramadığımızı da unutmuyoruz.

Bunlar ne zaman ciddiyetle ele alınıp çözümlenecektir. Niçin bizim dışımızdaki ülkeler aya giderken, biz yaya kalıyoruz? Bekleyecek o kadar lüks vaktimiz yoktur. Belirsizlikler veya karmaşıklıklar bir an önce çözümlenmeli ve masa üzerinde duran sayısızca çevre sorununu ciddiyetle ele alınmalıdır. Gelecek nesillere içinde yaşayacakları sağlıklı bir dünya bırakmak önceliğimiz olmalıdır. Yeni dönemler politikaların gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi için fırsat yaratmaktadır. Ortada duran kötü mirasta kimin ne kadar sorumluluğu ve günahı bulunduğu bir yana, yeni hükümetin bu sorunları çözmesi acil bir ihtiyacımızdır.

29 Mayıs 2018 Salı

AB Konseyi Yeni Organik Tarım Tüzüğü Onayladı. Yeni Tüzük Neler İçermektedir?




Ülkemizde, Ortak Tarım Politikası kapsamında yürütülen çalışmalar sonucunda, ortaya çıkan Organik Tarım Yasası Meclisten oy birliği ile geçti. Bu bir çerçeve yasası olmakla birlikte, organik tarımın uygulanmasına ilişkin diğer yasal mevzuatlar hazırlanıp çıkarılacaktır. 

Avrupa Birliği'nin organik tarımına ilişkin yürürlüğe girecek yeni Tüzüğün birey ve kurumlara faydalı olabileceği düşüncesi ile yaptığım araştırmayı sizlerle paylaşıyorum. 

Aşağıda, Avrupa Birliği’nin organik tarım sektörünü yeni dönemde kontrol ve denetleyecek Tüzük’ün içeriğine ilişkin detaylı bilgiler bulunmaktadır.

Avrupa Birliği Konseyi, Organik Ürünlerin Üretimi ve Etiketlenmesi ile ilgili Tüzüğü 22 Mayıs 2018’de onayladı. Bu Tüzük, 1 Ocak 2021’de yürürlüğe girecek. Tarım ve Kırsal Kalkınma Komseri Phil Hogan, 22 Mayıs’ı “birçok insanın çok çalışıp, muazzam bir sabır gösterdiği gün” olarak tarif etmektedir. 2021’de yürürlüğe girecek Tüzük, mevcut ve olası organik üreticilere yeterli bir zaman vermek suretiyle, güvenli ve kesin sonuçlar doğuracak planların yapılmasına olanak sağlayacaktır. 

Avrupa Birliği tarımının en dinamik sektörü olan Organik tarım, 27 Milyar Euroluk bir değer, son 10 yılda %125 büyüme ve her yıl yaklaşık 400 bin hektar organik tarım amaçlı arazi kullanımı artmaktadır. Buna karşılık, 20 yıl önce yürürlüğe giren mevcut kurallar, sektörün daha da büyümesini engellemesinin yanında, gerileme riskini de beraberinde taşımaktadır.

Ortak Tarım Politikasının ve bağlı diğer yasal mevzuatların en büyük başarısı, yeni zorluklara ve fırsatlara uyum sağlama olarak gösterilmektedir.

AB Organik sektörü yukarı yönlü bir ivme çizmektedir. Bu yeni tüzükten, yukarıya doğru ivmenin daha da yükseltilmesine ve güçlendirilmesine katkı yapacağı düşünülmektedir.

Bugüne kadar sektör, mevcut Tüzük üzerinde yama yapılarak veya istisnalar verilerek kontrol edilmeye çalışılsa da, güvenli ve kesinlik ilkesine yeteri kadar yaklaşamıyorlar.

Yeni Tüzüğün Ana Hedefleri:
·        Üretim kuralları basitleştirilecek ve bazı istisnalar ve derogasyonların kaldırılmasıyla daha da uyumlu hale getirilecektir.
       Tüm tedarik zinciri boyunca sıkı önlemler ve sağlam risk temelli kontroller sayesinde kontrol sistemi güçlendirilecektir.
       Üçüncü ülkelerdeki üreticiler, AB'de üretilenlerle aynı kurallara uymak zorunda kalacaklar.
       Organik kuralların kapsamı, daha geniş bir ürün listesini (ör. Tuz, mantar, balmumu, maté (Kafein yönünden zengin bir içecek), asma yaprağı, palmiye kalpleri) ve ek üretim kurallarını (ör. Geyik, tavşanlar ve kümes hayvanları) kapsayacak şekilde genişletilecektir.
       Yeni grup sertifikasyon sistemi sayesinde sertifikasyon küçük çiftçiler için daha kolay olacak
       Pestisitlerden kazara bulaşma riskini azaltmak için daha düzgün bir yaklaşım olacaktır.
       Seralarda sınırlandırılmış yataklarda üretim için istisnalar aşamalı olarak kaldırılacaktır.

Yeni Tüzük’te Hangi Değişiklikler Yer Alacak?
Tek Set Kurallar Dizini
Yeni Tüzükle birlikte en önemli gelişme, tüm Avrupa Birliği Organik sektörünü kapsayacak “Tek Set Kurallar Dizini” oluşturacaktır. Eski kurallar, A La Carte Sisteme (Kurallar içinden seçme imkanı) müsaade etmektedir. Bu tür uygulama bazen tek bir üretici düzeyinde de olabilmektedir.
Yeni kurallar dizini, geçmişte kabul edilen istisnaların, örneğin organik bir bileşenin sınırlı bir stok durumunda, organik olmayan bir malzemeyle geçici olarak değiştirilmesine benzer şekilde, bu muafiyetlerin yerine getirilmesi için esnekliğe ihtiyaç duymaya devam edecektir. Fakat, bu esneklik zamanla sınırlandırılacaktır. Düzenli olarak değerlendirilip, gerekliyse tüm üreticiler için uygulanacaktır. Böylece, tek üretici bazında alınan istisnanın yarattığı adaletsiz ortamdan, tüm üreticilere adil davranılacaktır.

AB’ye İthalatta Tek Tip Standart
Yeni Tüzük yalnızca, Avrupa Birliğindeki çiftçilere yönelik olmayacaktır. Avrupa Birliğine ithal eden ülkelerden de ayni kurallara uymaları beklenmektedir. Yeni Tüzük, AB’nin mevcut organik ürünlerin ithalatına uyguladığı 60’ın üzerindeki farklı standarttın yerini alacaktır.
Ayni standartta ve ayni ülkenin üreticilerine, farklı standart uygulamaktadır. Bunun temel sebebi, her sertifikasyon kuruluşu kendi farklı kurallarını yaratmasıdır. Bu Tüzükle birlikte, AB içerisindeki operatörler ile AB dışından gelen operatörler arasında tek düze bir yapı oluşturulacaktır.
Yeni kurallar dizini, tuz, mantar ve uçucu yağları da kapsayacak şekilde genişleyecektir.      Ayrıca, sektörün gelişimi ve oluşabilecek talep doğrultusunda olası ürünlerde ekleme fırsatı bu Tüzükle yakalanacaktır.

Küçük Üreticilere Grup Sertifikası
Küçük üreticilere grup sertifikası seçme hakkı tanınarak, sertifikasyon bedelinde azaltma sağlamasının yanında organik hibelerden daha kolay yararlanabilecekler.
Biyo-çeşitlilik, Sürdürülebilirlik ve İnnovasyonun Artırılması
Yüksek düzeyde biyo-çeşitliliğe sahip organik tohumlar ve diğer bitki üreme materyallerine yönelik yeni bir pazarın açılmasıyla birlikte yeni fırsatlar da yaratılacaktır. Bu durum, biyolojik çeşitliliği, ürün sürdürülebilirliğini ve innovasyonu da artıracaktır. Zararlılara ve hastalıklara karşı dayanıklılık geliştirilecek ve yerel koşullara daha iyi uyum sağlanacaktır.
Kontrollerdeki Değişiklik
Yeni kurallar dizini, sektörde tüketici güvenini sağlamak için yapılan kontroller ile bunun çiftçiler ve yetkili makamlar üzerindeki benzer yükleri arasında bir denge kuruyor. Standart prosedür olarak yıllık kontrolleri gerçekleştirmektir, ancak yeni kurallar bunun kurulmuş organik üreticiler için mutlaka gerekli olmadığını belirtir. Üç yıl üst üste yıllık kontrollerden sonra temiz olarak raporlanan üreticiler için, Ulusal makamlar bunları yalnızca her yıl bir kez kontrol etmeye karar verebilir. Bu, hem çiftçiler hem de ulusal yönetimler için bürokrasiyi azaltacaktır.
Organik Ürünlerde Pestisit Kontrolü
Organik kurallar çok açık ve nettir. Sertifikalı üreticiler, hiçbir şekilde ürünlerine izinsiz pestisit kullanamazlar. Bu her zaman böyle olmuştur ve yeni kurallarla değişmez.
Yeni kurallarda, işletmeler organik üretimlerin yanında yetiştirilen geleneksel ürünlerde kullanılan pestisitlerin kazayla bulaşma riskini azaltmak için alması gereken tedbirler mevcuttur. Ulusal yetkililer bu önlemleri kontrol etmekle görevlidir. Tüketiciler, AB organik logosunu taşıyan ürünlerin üretiminde izinsiz pestisit kullanılmadığına ve kaza sonucu ortaya çıkan izinsiz pestisit riskini azaltmak için her türlü önlemin alındığına tam olarak güvenebilmelidir.

İçeriğe Yönelik İddialarda Ülkelerin Sorumluluğu
Organik ürünlerin içeriğinde izinlendirilmemiş böcek ilaçları olduğu iddiaları ortaya atıldığında, üye ülkelere araştırma yükümlülüğünü mecbur etmektedir. Ancak bu tür iddialar resmi bir soruşturmayı tetiklemek için açıkça kanıtlanmalıdır. Soruşturma, söz konusu maddelerin varlığının kaynağını ve nedenini belirlemeye hizmet etmeli ve herhangi bir gereksiz gecikme olmaksızın şüpheyi ortadan kaldırmak için uygun herhangi bir yöntemi içermelidir.
Avrupa Birliği Komisyonu, yeni Tüzüğün yürürlüğe geçmesini takip eden dört yıl içinde, durumu değerlendirecektir. Bu, yetkilendirilmemiş maddeler için eşikler ile ilgili ulusal kural ve uygulamaların kapsamlı bir analizine izin verecek ve bu konuda ileriyi değerlendirecektir.

AB'nin diğer ülkelerle birlikte uyguladığı organiklere yönelik anlaşmalara ne olacak?
AB’nin imzaladığı bu anlaşmalarla birlikte, hem AB hem de 3. Ülkeler birbirlerinin eşdeğer üretim kurallarını ve kontrol sistemlerini karşılıklı olarak tanımaktadırlar. Mevcut düzenlemeler veya anlaşmalar, makul bir zaman dilimi içinde yeni kurallara uymak zorunda kalacaklardır. Halihazırda karşılıklı eşdeğerlik düzenlemeleri kapsamı dışında kalan üçüncü ülkelerin eşdeğerliğinin tanınması ve operatörler için daha sağlam bir yasal çerçeve oluşturmak amacıyla karşılıklı ticaret anlaşmalarına dönüştürülmelidir. 5 yıllık geçiş dönemi, hem AB hem de ortaklarının karşılıklı olarak faydalı bir anlaşmayı müzakere etmek için yeterli olacağı düşünülmektedir.

Seralarda organik üretim için yeni kurallar ne anlama geliyor?
Bitkilerin beslenmesi, öncelikle toprak ekosistemi yoluyla, organik üretimin temel gereksinimlerinden biridir. Yeni Tüzük, toprakla olan bağı temel bir ilke olarak doğrulamakta ve bu nedenle, “sınırlandırılmış yatakların” kullanımı, daha geniş organik ilkelerle uyumlu olarak değerlendirilmemektedir.
Bununla birlikte, yeni Tüzük, Üye Devletlerde üreticinin, hali hazırda organik tarım için 10 yıllığına serada üretimin yetkilendirildiği üreticilere izin verecektir. Komisyon, Tüzüğün yürürlüğe girdiği tarihten 5 yıl sonra seralarda sınırlandırılmış yatakların kullanımı hakkında bir rapor sunacaktır. Sonrasında kademeli olarak kaldırılacaktır.

Kurallar işlenmiş ürünler de dahil olmak üzere tüm organik ürünlere uygulanacak mı?
Yeni organik Tüzük, tohumlar ve diğer bitkisel üreme materyalleri ve gıda ve yem olarak kullanılan işlenmiş tarım ürünleri de dahil olmak üzere, canlı ve işlenmemiş tarım ürünleri için geçerli olacaktır. İşlenmiş ürünler organik olarak sadece tarımsal bileşenlerin en az% 95'i organik ise etiketlenebilir.

Referans:
1. MEMO/17/4686


2 Mayıs 2018 Çarşamba

KARAKIZ EFSANESİ NEDİR?



Sizlere bugün, Girne Kalesinin yaklaşık 1 km doğusunda yer alan kayalıklar hakkında bazı hikayeler anlatacağım. 



Bir çoğumuz, Eziç Peanuts Restoranına gidip, güneşin batışında yemek yemiş ve özellikle geceleri restoranın 50 metre doğusunda projektörlerin aydınlattığı kayalıklar da dikkatimizi çekmiştir.




Benim de ilgimi çeken bu kayalıklar hakkında biraz araştırma yaptıktan sonra, kaynakçada belirttiğim referanslardan derlediğim bilgileri aşağıda sizlerle paylaşacağım.

Kıbrıs'ın yüzyıllar boyu  çeşitli kavimlerin ve uygarlıkların egemenlikleri altında yer alması, farklı kültürlerin adada yaşanmasını sağlamıştır. Bu uygarlık ve kavimlere ait çeşitli efsane ve hikayeler de günümüze kadar ağızdan-ağıza anlatıla gelmiştir.

Bunlardan bir tanesi de "Karakız Kayalığı'nın Efsanesidir".

Bu kayalığa ayni zamanda "Kryso Kava Katakomp" da denilmektedir (Chryso-Altın) (Kava-Mağra) (Catacomp-Mağralara yapılan dini tapınak). 

Roma dönemimde bu kayalıklardan, kireç taşı çıkartılmış ve Girne'deki evlerin inşaatında kullanılmış. 

Ayrıca, bu bölgede yer alan mezarların içerisinde yapılan kazılarda altın mücevherlerin de bulunması, bu bölgenin altın (Kryso) olarak isimlendirilmesine de sebep olmuştur.


Girne Mağra Kilisesi_19.YY Sonları

 Bununla birlikte, William Dreghorn 1800'lü yılların sonlarında, kayalıklar üzerinde dini sembollerin yer alması, burada erken Hristiyanlık dönemine ait küçük bir kilisenin olduğunu da belirtmektedir. 


Girne Mağra Kilisesi_19.YY Sonları


Çok fazla detaylı tarihe boğmadan, efsanelerimize geçelim.

Rivayete göre; 
Bu koya yakın bir sarayda, kralın cariyeleri yaşarmış. Bunlar arasından Afrika'dan kaçırılıp getirilen siyahi cariyeler de varmış. Siyahi cariyelerden biri, sarayın prensi ile bu kayalıklarda aşk yaşarmış.

Siyahi cariye teninin renginden dolayı kompleksli imiş ve kendisini, prense daha da güzel göstermek için Tanrıya beyaz tenli ve altın sarısı saçları olması için her gün yakarırmış. 

Tanrı da bu içten yakarışlara duyarsız kalamamış ve kendisine mehtaplı bir gecede Akdeniz'in sularında yıkanırsa, Aşk ve Güzellik tanrıçası gibi beyazlaşacağını söylemiş. 

Siyah tenli kız da, mehtaplı gecede Akdeniz'in köpüklü sularında yüzdükten sonra Tanrının dediği gibi, beyaz tenli ve altın saçlı bir kıza dönüşmüş. 

Prens ise, onu eski siyah tenli ve kıvırcık saçlı halini beğenir ve beyaz tenli halini hiç istememiş. Bu duruma kızan Prens, sevgilisini terk etmiş ve sarayda bulunan diğer siyahi güzelle aşk yaşamaya başlamış. 

Bu duruma içerleyen eski sevgili ise, kendisini paklayan azgın suya tekrardan girmiş ve kendisini dalgalara bırakarak kaybolmuş. Bu aşk trajedisi ise, koya "Kara Kız" adı verilmesini sağlamış.

Diğer bir rivayete göre;    

Çok eski zamanlarda, bu kayalıklarda yalnızca gündüzleri, çobanlar varmış. Geceleri ise, cinler olduğu korkusuyla kimseler gitmezmiş. 

Gündüzleri dolaşan orta halli çobanlardan birinin güzel bir kızı varmış. Bu kızın ismi ise, Karakız imiş. Karakız, koya girip yıkanmayı çok severmiş. 

Bu bölgede bulunan zengin bir çoban, güzel Karakız'a aşık olmuş. Gel zaman git zaman Karakız da zengin çobana aşık olmuş ve düğün hazırlıklarına başlamışlar. 

Düğün günü, Karakız duvağı ile Akdeniz'in kavurucu sıcağında ferahlamak için koya girmiş. 

Deniz içinde zaman zaman koca bir girdap oluşurmuş. Karakız denize girdiği sırada, oluşan girdap onu yutmuş ve cesedi bile bulanamamış. Sadece kıyıya yakın bir yerde duvağı bulunmuş, o da damada hatıra diye verilmiş. 

İşte o günden sonra oradaki kayalık alana “Karakız’ın inleri” adı verilirken, bu alanın batısındaki koya da “Karakız koyu” adı verilmiş.
  
Bir başka rivayete göre;

Gilan’da Hıristiyan bir ailenin kızı ve St. Barnabas’ın yeğeni olan Azize Mavra (Kara Azize), rahibe olmak için manastıra girmeyi arzuluyormuş.

Fakat, babası manastır yerine zengin bir adamla evlenmesi için onu zorlamış. Mavra düğün günün evden kaçıp, köy dışında bulunan kayalığın kenarında uçurumda durmuş ve babasının ve eşi olacak adamın onu bulmalarına hiddetlenerek elini kayalıklara vurmuş ve Meryem anadan onu kurtarmasını dilemiş. 

Rivayet bu, ellerini vurduğu kayada bir yarık açılmış ve yarığın içerisinden su gelmiş ve Mavra'yı içine çekmiş. O günden sonra da gören olmamış. Köy ahalisi de, anısına oraya küçük bir kilise yapmış.


Kaynakça:
1. Nesim Ali ve Öznur Şevket "Kıbrıs'ın Efsaneleri
2. Bağışkan, Tuncer. "Bir Açık Hava Müzesi; Karakızın İnleri" 14.2.2013 http://www.yeniduzen.com/bir-acik-hava-muzesi-karakizin-inleri-80084.htm
3. https://www.stwing.upenn.edu/~durduran/drky1.html#chrysokava
4. http://ringofchrist.com/early-christian-history/early-places-of-worship/cave-churches-catacombs-house-churches/chrysokava-catacomb-kyrenia/






isNS) do

6 Ocak 2018 Cumartesi

2020 Sonrasında Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası Ne Olacak?

Kuzey Kıbrıs, Annan Planı sonrasında yürürlüğe giren 10. Protokol ve Mali Yardım Tüzüğü çerçevesinde Avrupa Birliği ile iki ilişkilerini sürdürmektedir.

Avrupa Birliği Yasal Mevzuatlarının uyumlaştırma sürecinde farklı politikalarla yüzleşmekteyiz. Bunlardan en önemlisi, Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikasıdır (OTP).

Avrupa Birliği, her 7 yılda bir kendi politikalarını güncellemektedir. Kuzey Kıbrıs ilk başlarda OTP'nin 2006-2013 dönemindeki politikaları özümseyene kadar Avrupa Birliği 2014-2020 politikalarını yürürlüğe koydu. Bu politikalara alışamadan Aralık 2017 itibariyle 2021-2027 dönemindeki OTP'nin evrilmesini sağlayacak politikaları görüşmeye başladı.

Ortak Tarım Politikası Nedir?

Ortak Tarım Politikası, kısa bir tanımlamayla anlatacak olursak, Avrupa Birliği tarımsal üretimi ve üreticilerin yaşam seviyesini artırmak ve arzın devamlılığını sağlayarak piyasaları istikrara kavuşturma hedefiyle 1960 yılında kuruldu. 



OTP ile üye devletlerin tarım politikalarını ortak akılda yönetmektedir. Temel amacı, tarım piyasalarını destekleyerek üye olmayan devletlere karşı korumaktadır.

2020 Sonrası Ortak Tarım Politikasındaki Değişiklikler Nelerdir?


Avrupa Birliği, yeni fırsatlara ve zorluklara adapte olabilmesi için en eski politikasının değiştirilmesine yönelik yeni öneriler üzerinde çalışmaktadır. Bu değişiklikler, OTP'de devrim nitelikli olmasa da evrimleşme süreci yaşanacağı aşikardır.

Avrupa Birliği, daha sürdürülebilirlik, basitlik ve esneklik ilkesi çerçevesinde Gıda ve Tarım alanında yönünü değiştirecek. İklim değişikliği, biyo çeşitlilikteki kayıp ve fiyat dalgalanmalarının yarattığı yüksek riske global bir çözüm getirmek için daha basit, az bürokrasi ve sonuç odaklı çözümler sunmayı hedeflemektedir. Özellikle, çiftçilerin desteklenmesinin yanında iklim değişikliği, çevrenin ve biyo-çeşitliliğin korunmasında önemli roller üstlenilecektir.


Yeni Yaklaşımlar Nelerdir?

1. Yerelden Yönetim İlkesi

"Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası Brüksel'den Yönetilir" deyimi tarihe kavuşacaktır. Her ülkenin nevi şahsına münhasır özelliklerinden dolayı, AB merkezinin belirlediği koşullara üye ülkeler uyum sağlamada sıkıntılar çekmesinin yanında Brüksel'in yarattığı ağır bürokratik koşulları da belirtebiliriz.

Merkezin üye ülkelere yetki devri ile bahse konu olumsuz şartlardan uzaklaşılmış olunacaktır.

Her aday ülke, AB merkezinin ortaya koyduğu hedefler ve gereksinimleri, kendi ülke koşullarına uyarlayarak daha esneklik sağlanacak ve denetimdeki idari yükten çiftçiler kurtulacaktır.


2. Herkese Akıllı Çiftçilik


Her değişimde olduğu gibi 2021-2027 döneminde de yeni teknolojilerin kullanılmasına yönelik politikalar geliştirilecektir. Araştırma ve innovasyonda hızlı ilerleme sağlanması hedeflenmektedir.

Örneğin, geçtiğimiz döneme kadar, toprağı korumak için ürün rotasyonunun yapılıp yapılmadığını kontrol için arazi ziyaretleri zahmetli iken, günümüzde bir uydu sayesinde yerinden ve anında bilgi alabilecektir.

3. Daha Adil Olmak


Çiftliklerin büyüklüğüne göre verilen desteği göz önünde bulundurursak, çiftçilerin %20'si desteklerin %80'ini almaktadır. Bu durum da desteklerin dağıtılmasında daha adil bir ortamın yaratılmasını gündeme getirmektedir.

Ayrıca, iklim değişikliği çiftçilerin uğrayacağı riski artıracaktır. Destekler, iklim değişikliği ile mücadelede daha etkili olacaktır.


4. Çevreye Özen ve İklim Değişikliği


Tarımın ana kaynağı su ve topraktır. Bunlar, iklim koşullarından ve mevsimsel değişiklikteki artıştan dolayı olumsuz yönde etkilenmektedir.

Bu sebepten dolayı, OTP daha sürdürülebilir bir sektör ve çevreci tarım üzerine yoğunlaşacaktır. Çapraz uyum, yeşilci doğrudan ödeme, gönüllü-çevreci tarımı ve iklim önlemlerinde sonuç odaklı fakat daha esnek bir yapı oluşturulacaktır. Üye ülkeler, zorunlu ve gönüllü faaliyetleri, AB düzeyinde belirlenen çevresel ve iklim hedeflerine uygun olarak belirleyecektir.



5. Kırsal Alanların Sosyo-Ekonomik Koşullarının İyileştirilmesi

OTP, Kırsal istihdamın ve kalkınmanın yanında kaliteli bir çevrenin yaratılmasında da önemli roller üstlenmeye devam edecektir.

Avrupa Birliği ve üye ülkeler, altyapı, doğal ve insan kaynaklarına yaptıkları yatırımları sürdürecektir.

Biyo-ekonomi, geri dönüşüm ekonomisi ve eko-turizm kırsal alan için önemini korumaya devam edecektir. Böylece tarımsal ürünler, biyo-enerjiden faydalanarak, biyolojik esaslı işletmelerde üretilerek atıkların azaltılmasına ve üye ülkeler arası enerji geçişine katkı sağlayacaktır.

Tarım sektörü, yeni nesil çiftçilerin yeni olgulara hazır olmasıyla gelişecektir. AB tarım sektöründe çalışan nüfusun %55'i 55 yaşın üzerindedir. Yeni nesil çiftçilerin yatırım bağlamında sıkıntıları mevcuttur. Yeni sistem, genç nesil çitçilerin tarım sektörüne girebilmesi için arazi yönetimi ve vergi indirimleri gibi farklı politikalar geliştirilecektir.



Gıda ve Tarım Sektörünün 2020 Sonrası Hedefleri


1. Bilgi ve İnnovasyon

2. Gıda Güvenliği

3. Nesiller Boyu Yenilenme

4. Gelişen Kırsal Bölgeler

5. İklimsel Önlemler

6. Çevreye Duyarlı

7. Dayanıklı Tarım Sektörü

8. Adil Gelir



Referans:

Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikasının Geleceği Raporu, Aralık 2017.


      

24 Aralık 2017 Pazar

Barnabas Manastırı ve Barnabas İncilinin Gizemi Nedir?


Josef (Yusuf) namıdiğer Barnabas, Suriye'deki Levi Sülalesinden gelen zengin Yahudi bir ailenin oğlu olarak Kıbrıs'ın doğusunda yer alan Salamis'te doğdu. Orthodoks hadislerinde, Roma İngiltere'sinde (43-410) ilk piskopos olan Kıbrıslı Yahudi Aristobulus'un kardeşi olduğu belirtilir. Ayrıca, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'nin ilk kurucusu ve koruyucusuydu.  



Barnabas, at eğitimi için gittiği Tarsus'ta Aziz Paul'la (Apostolos Pavlos) tanışarak Hristiyanlığı kabul eder. Kilise, Barnabas'ı Aziz Paul ile birlikte İlk eğitim için  Antakya'ya gönderir. 

Hristiyalığı kabul ettiği M.S 33 yılında, ailesinden kendisine kalan arazileri satarak, elde ettiği parayı  din uğruna havarilere dağıtır (Elçilerin İşleri; Acts:4.36-37).

Ayrıca, Dini eğitim için Filistin'e yaptığı ziyarette, Marangoz Jesus namıdiğer İsa ile karşılaşır. İsa, etrafına topladığı gençlere yeni inanışlar hakkında bilgiler vermekteydi. 


Barnabas, toplantılara ve yemeklere katılarak İsa ile teşrikimesai içinde yer almıştır. İsa ile birlikte 3 yıl boyunca yan yana tüm baskılara rağmen inançlarını yaymaya devam etmişlerdir.  

Kilise, Barnabas'ı Kudus'teki tahsili sırasında Salamis Piskoposu olarak kutsar. Onun adı artık Aziz Barnabas'tır (Acts14:14) 

Barnabas, İsa'nın 12 havarisi arasında yer almasa da, Hristiyanlığı yayan 70 kişilik Havarilerinden biriydi (Bazı kaynaklarda Havari sayısı 72 olarak belirtilmektedir).

Barnabas, İsa ile çarmıha gerilmeden önceki gece yemeğinde son defa buluşmuştur. Bu yemekte, ekmekle şarap içilmiştir. Son akşam yemeği, Rönesans döneminde yoğun şekilde resmedilmiştir.    



Barnabas, Aziz Paul ile birlikte Hristiyanlığı yaymak için doğduğu Kıbrıs'a geri gelmiştir. Kıbrıs'taki çalışmalarına John Mark da katılır. Ayrıca, Kıbrıs ve Anadoluda Hristiyanlığın yayılmasına yönelik vaaz vermişlerdir.

Bu çalışmalar sonucunda, Baf'ta hakimiyet süren Roma Valisi Sergius Paulus'u Hristiyan olmaya ikna etmişlerdir. Böylece, Kıbrıs Hristiyan bir Vali tarafından yönetilmeye başlanmıştır.




Barnabas ve arkadaşları, Kıbrıs'ın çeşitli bölgelerinde ziyaretlerde bulunarak vaazlar vermekteydiler. Öğretilerini Yahudi halka yaymak için Kıbrıs'a yaptığı 2. ziyarette, doğduğu şehir olan Salamis'e geri döner (Ms.56 veya 57) ve tutuklanır. Salamis kentinde bulunan karanlık bir hücrede hapsedilir, taşlanır ve yakılır. 


Bazı kaynaklara göre, hapsedildiği karanlık hücrenin yanındaki Sinagog'da vaaz verirken yakalandı. Rivayet'e göre, cesedi denize atılmak için ketene sarılarak bir bataklığa saklandı. 


Bu olayları izleyen, John Mark ile Barnabas'ın öğrencileri Timon, Rhodon ve Ariston, cesedi bataklıktan çıkardılar ve Salamis'in Batısında yer alan bir harup ağacının altındaki mağraya gömdüler. Ayrıca, St. Mathews'in incilini de göğsüne koydular (Buradaki soru işareti ise; Neden kendi incilini değil de, yine kendi el yazması ile kaleme aldığı Mathews'in incili Barnabas'ın göğsüne kondu). Ayrıca, göğsüne konan İncil'in kendi el yazması olduğu, 1698 yılında yayınlanan Acta Sanctorum'da belirtilmiştir.

Yahudiler, cesedin kaybolduğunu fark eder ve John Mark ile öğrencileri Lefkoşa'nın Güneyi'ndeki Pareskevi mağralarına kadar takip eder fakat bulamazlar. Bunlar, Gemikonağı Limanından adadan ayrlır.  

Rivayete göre, Barnabas'ı rüyasında gören Piskopos Anthemios mezarın yerini öğrenir ve açılmasını talep eder. Açılan mezarda göğsünde St. Mathews'in incili bulunan bir ceset bulunur ve bunun Barnabas olduğuna inanılır. 

Piskopos bu keşfin haberini İstanbul'daki Zeno'ya bildirir ve Kıbrıs Orthodoks Kilise'sinin, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs gibi  özerkliği tanınmıştır. Bu durum, 4 ayrı freskte anlatılmaktadır.

Ayrıca, imparatorun bağışıyla, gömünün bulunduğu yere M.S 478'de bir manastır ve kilise inşaa edilir. Bulunan kemikler de bu kiliseye taşınır. Daha sonra bu kemiklerin parçaları adadaki manastırlara dağıtılır.




Kilise, MS. 7.yy Arap akınları döneminde yıkılır ve kalıntıları 1930'lu yıllarda yapılan kazılarda gün yüzüne çıkar.
Başpiskopos Philotheos 1756 yılında Manastırın son şeklini vermiştir.

1941 yılındaki yer sarsıntıları sonucunda manastır zarar görse de 1962-1963 yılında tamir edilmiştir. Kilisenin çanı ise 3 kardeş kesiş tarafından 1958 yılında inşaa edilmiştir.

Bu manastır, Hristiyanlık aleminin çok önem verdiği merkezlerin başında gelir. Manastır, bir kilise, avlu ve avlunun üç tarafında papazların yaşadığı odalardan oluşur. Papazların burada yaptığı ikonlar tüm dünyaya ihraç edilmiştir. 

Günmüzde Manastır, ikon ve Arkeoloji müzesi olarak ziyaretçilere hizmet vermektedir.

Barnabas İncili

Barnabas, İsa ile birlikte üç yıl boyunca geçirdiği mücadele sonucunda, İsa'nın hayatı ve vaazlarının yer aldığı kitabı yazar. Bu kitap, Barnabas'ın İncili (Evangelium nomine Barnabae/Gospel of Barnaba) diye de tanımlanmaktadır. Kitabın dili İsa'nın kullandığı Aramice dilinde ve Süryani alfabesinde yazılmıştır.

Barnabasın İncili ve Tevhid inancı (Allah'ın Birliğini Savunma) MS. 325'e kadar İskenderiye Kiliselerinde ve asırlar boyu Antakya Bölgesinde etkili olduğu gözlenmektedir. 

Barnabas İncili'nin 2 adet el yazması vardır. Bunların biri, İspanyolca diğeri ise İtayanca olarak kaleme alınmıştır. Fakat, İspanyolca yazılı el yazması kayıptır. Günümüzde varolan Barnabas İncili İtalyanca el yazmasının çevirileridir. 

Bununla birlikte,teslisi benimseyen (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) Barnabas Mektupları (Epistel of Barnabas) da bulunmaktadır. 

Barnabas İncili'nin İlk Yasaklanış Süreci

Hristiyan dünyasının asırlar boyu İncil ile Mektup arasında yaşadığı gelgitler, çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Roma Kilisesi, kendi fikirlerine ters düşen İncili sürekli şekilde buyrultularla yasaklamış, Apokrifa ilan etmiş ve Decretum Gelasianum'un da yayınlanmasıyla Aykırı kitap listesine eklenmiştir.

1. Pavlus, Barnabas'la ters düşerek, kendi düşüncelerini baskın kılmak için Teslis'i, Pavlus Kilisesi'nin resmi inancı olarak ilan etmiştir. Bunun etkisiyle, 325 yılında gerçekleşen İznik Konsülü'nde yaklaşık 300 kadar İncil'den Teslis'i benimseyen yalnızca 4'ünü kabul edilmiştir. Bunlar;
A. Matta İncili
B. Markos İncili
C. Luka İncili
D. Yuhan İncili
Ayrıca, İznik Konsülü'nde Barnabas İncili'nin de aralarında bulunan diğer tüm İnciller yok edilmesi emredildi.

2. Papa Damasus MS.366 yılında Barnabas İncilinin okunmaması için buyrultu yayınlar. Bu buyrultu, Sezerya Piskoposu Gelasus tarafından MS.395'te desteklenir ve Barnabas İncilini Fal kitapları listesine almasının yanında bahsekonu İncili Apokrifa (Kabul edilen dinin parçası olmayan) olduğu belirtilir.  


3. Papa I.Glasius, Barnabas İncilini M.S 496 yılında yayınladığı Decretum Gelasianum'da Aykırı Kitap olarak ilan edilmiştir. Bu döküman günümüze ulaşan evraklar arasındadır. Bu İncil içinde yer alanları tamamen red edilmesinin yanında, yazanları ve takipçileri de Roma Katolik Kilisesi'nden uzaklaştırılma ve aforoz prangasıyla sonsuza dek lanetlenmelerini emreder.     


Barnabas İncili'nin Zaman İçinde Yolculuğu

Tüm engellemelere rağmen, Barnabas'ın İncili'nin el yazmasını elinde bulunduran Papa Sextus'a yemekli misafirliğe gelen rahip Fra Marina, Papa Sextus'un yemek sonrası uykuya daldığında, kişisel arşivinde bulunan İtalyanca el yazmalı Barnaba İncili'ni alır ve Vatikan'ı terk eder. Bu el yazması, elden ele dolaşıp, Prusya Kralı'nın danışmanı Frederick Cramer'e eline geçer. Cramer el yazmasını, 1709'da sarayın prensi Eugene'ye sundu. Prensin tüm kütüphanesi ile birlikte el yazması da Hofbibliothek'e geçti ve hala oradadır. 

İtalyanca el yazmalı İncil Lonsdale ve Laura Ragg tarafından İngilizce'ye çevrilerek Oxford Üniversitesi Basımevi tarafından 1907 yılında basılıp yayınlandı fakat tüm nüshalar piyasadan kayboldu. 

Bir söylentiye göre, İncil'in yayım ve satımdan önce haberdar olan Vatikan, satış noktalarında rahip ve rahibelerden uzun kuyruklar oluşturarak tüm basımları topladı. Fakat, dağıtım öncesi bazı kütüphanelere gönderilen basımlar gözden kaçtı. Şu anda 1907 tarihli İngilizce basımının bilinen iki nüshasının biri British Museum'da diğer ise Washington Kongre Kütüphanesinde bulunmaktadır. 

Kongre Kütüphanesindeki nüshanın mikrofilm kopyasını alan Pakistanlı Müslüman 72 yıl sonra kitabın yeni bir baskısını 1979 yılında yapmıştır.


Anadoludaki Barnabas Nüshası

1983 yılında Hakkari civarlarındaki bir mağrada İsa Peygamberin Konuşma dili olan Arami dilinde ve Süryani alfabesinde yazılmış ceylan derisinden bir Barnabas İncili bulunmuş ve Aramice uzmanı Hamza Hocagil bazı sayfalarını çevirisini yapmıştır. 

Barnaba İncilinde Neler Vardı

1. İsa'dan sonra bir başka Peygamber olan Hazreti Muhammedin doğumundan 75 yıl önce dünya geleceğine müjdeler, 

2. İsa'nın tanrı değil, peygamber olduğu ve Meryem'in de Tanrının annesi değil, normal bir insan olduğu belirtilir ve Hristiyan öğretisinin  Baba-oğul-kutsal ruh savı ile ters düşer


3. Çarmıha Gerilen İsa değil, ona 30 gümüş karşılığında Yahudi Sanhedrin Meclisi'ne ihbar edip ihanet eden Yehuda olduğunu belirtir ve Hristiyanlıktaki Kefaret olayı ile ters düşer 


4. Barnabas'ın İncili İsa'nın Dili Aramice'de yazılmasına rağmen, Hristiyanlığın kabul ettiği 4 İncil Aramice'de yazılmamıştır.



Sonuç olarak 

Günümüzde, dinsel açıdan ne türlü tartışmalar yaşanırsa yaşansın, varolan bir gerçek, Barnabas Kıbrıs'lıdır. Barnabas ve İncili hala daha gizemini korumaktadır. Bu gizem, Kıbrıs'a gelen birçok turistin ilgisini çekmektedir.   




Ref.
1. Nesim Ali ve Öznur Şevket: "Kıbrıs Efsaneleri
2. Bağışkan, Tuncer. "Aziz Barnabas Manastırı" Yenidüzen Gazetesi.1.1.2011 (http://www.yeniduzen.com/aziz-barnabas-manastiri-31439h.htm) 
3. Sarı, İbrahimç"Barnabas İncili"     
4. http://biblehub.com/commentaries/acts/14-14.htm
5. https://en.wikipedia.org/wiki/Barnabas
6. https://en.wikipedia.org/wiki/Gospel_of_Barnabas
7. http://www.barnabas-incili.com/
8. Necmi Belge ile söyleşi notları