6 Eylül 2018 Perşembe

OKUL SÜT PROGRAMI NEDİR?



Kuzey Kıbrıs’ta ilkokullarda okuyan öğrencilere 90’lı yıllara kadar ücretsiz süt dağıtılmaktaydı. Günümüzde sadece süt haftasında yapılan etkinliklerde ücretsiz süt dağıtımı yapılmaktadır. Bazı süt işleme tesisleri ise, bireysel olarak özel eğitime yönelik veya yardıma muhtaçları barındıran okullara ücretsiz süt dağıtmaktadırlar.



Kuzey Kıbrıs’ta okullara ücretsiz süt dağıtımı genel program çerçevesinde ve düzenli olarak yapılmasa da Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya kadar dünyanın birçok ülkesinde yıllardır uygulanmaktadır.
Aşağıdaki çalışmada Avrupa Birliğinde uygulanan okul programının yanında Türkiye ve diğer ülkelerden genel bilgiler verilecektir.

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE OKUL PROGRAMI

Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası (OTP) kapsamında, öğrencilerin hem sağlıklı beslenmesine hem de sebze, meyve ve süt tüketimlerinin artırılmasına yönelik olarak okullarda meyve, sebze ve süt programları uygulanmaktadır. Mevcut program 2017-2018 okul dönemi itibariyle değişikliğe uğramıştır.  
Yeni değişikliğe göre, AB Komisyonu üye ülkelere, meyve, sebze ve süt öncelikli olmak üzere, meyve suyu, çorba, yoğurt ve peynir gibi işlenmiş tarımsal ürünleri okul programlarına alma imkanı vermektedir.
Üye ülkeler, okul programındaki ürün seçimi esnasında, AB ürünü olmasına dikkat edip, ürünlerin sağlık ve çevre kriterlerine uymasına, üretim dönemine, çeşitliliğine ve mevcudiyetine dikkat etmektedirler. Ayrıca yerel makamlar, uyguladıkları programların bir parçası olarak, yerel veya bölgesel satın alma, organik ürünler, kısa tedarik zincirleri, çevresel faydalar ve tarımsal kalite planlarını teşvik etmekte serbesttirler.
Bunlara ek olarak, sağlıklı beslenmeyi teşvik etmeye yönelik tasarlanan okul programlarında dağıtılan işlenmiş tarımsal ürünlerin, tatlandırıcılar, suni tat arttırıcılar ve ilave şeker, tuz veya yağ içermemesi gerekmektedir. Sınırlı miktarda şeker, tuz veya yağ içeren ürünler, ilgili ulusal sağlık-beslenme yetkilileri tarafından yetkilendirilmişse, izin verilebilir.
Avrupa Birliği Komisyonu, üye ülkelerden okul programına yönelik 6 yıllık bir strateji ve yıllık ödeme planlarını sunmalarını talep etmektedir. Programın izlenmesi yıllık raporlar şeklinde yapılıp, tüm programın etkinliğinin değerlendirilmesi ise, programın 5. yılında yapılır.
Avrupa Birliği, bu program çerçevesinde 150 milyonu meyve-sebze ve 100 milyonu süt ürünleri olmak üzere toplamda 250 milyon Euro bütçe ayırmaktadır.




Güney Kıbrıs’ta Meyve-Sebze ve Süt Programı
Güney Kıbrıs (GK) kendi nüfusunun sağlığını göz önünde bulundurarak, kamuya veya özele ait ilkokullarının yanında okul öncesi öğrencilerine yönelik ücretsiz sebze, meyve ve süt tedarikini içeren okul programını yürütmektedir.  Güney Kıbrıs, %100’ünü AB’den hibe alarak uyguladığı programın bedeli, yıllık 790 bin Euro’dur.
Güney Kıbrıs’ın uyguladığı okul programı, aşağıdaki alt faaliyetleri kapsamaktadır;
1.     Okul programına ürünlerin tedarik veya dağıtımı
2.     Eğitim Faaliyetleri
3.     İzleme ve değerlendirme faaliyetleri
4.     Proje çıktılarının basımı
Güney Kıbrıs’ın uyguladığı okul programında maliyetleri uygun görülen ürünler, kantinler, üretici örgütleri, lisanslı sebze–meyve satıcılarından tedarik edebilirler. Sebze-meyve dağıtımı yapılacak ürünlerin organik ürün olması tavsiye edilmektedir.


1     Sebze-Meyveler



Maliyetleri uygun görülen meyve-sebzeler;
·       Armut
·       Kaysı (Goldsmith)
·       Erik (Formulas)
·       Narenciye
·       Elma
·       Muz
·       Nektarin
·       Şeftali
·       Kiraz
·       Çilek
·       Karpuz
·       Kavun
·       Sofralık üzüm
·       Kuru üzüm
·       Kornişon
·       Domates
·       Havuç
·       Karnabahar
·       Marul ve diğer yeşil sebzeler
·       Biber

2     Süt Ürünleri



Maliyetleri uygun görülen Sütler;
·    Taze Süt
·    Yarım Yağlı Süt
·    %1,5 Yağlı
·    Pastorize


Türkiye’de Süt Programı

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Ulusal Süt Konseyi işbirliğiyle yürütülen Okul Sütü Programı, ana sınıf ve ilkokullarda süt kullanımını artırmak, yeterli ve dengeli beslenmelerine katkıda bulunmak, sağlıklı büyüme ve gelişmelerini desteklemek için 2011-2012 öğretim yılından beri uygulanmaktadır. Süt dağıtımı haftada 3 gün (Pazartesi, Çarşamba, Cuma) olarak yapılmaktadır.

Dağıtımı uygun maliyet olarak görülen süt, aşağıdaki kriterlere uyulması talep edilmektedir.

1.     Güvenilir ve sağlıklı ambalajlarda
2.     200 ml
3.     Yağlı
4.     Sade UHT


Diğer Ülkelerdeki Uygulanan Süt Programı ve Avantajları

ABD: ABD’de okul öncesinden başlamak üzere daha fazla süt tüketen 3-9 yaş arası çocuklarda ve 10 yıllık bir sürede daha az deri altı yağlanması olduğu görüldü. Süt tüketiminin artması, her yaşta bel çevresinin daha az genişlemesi ve daha az kilo alımı ile sonuçlandı.

Japonya: Sadece süt değil, yemek dağıtımının da yapıldığı Japonya’da, süt dağıtımına rağmen çocukların %25,5’inde görülen kalsiyum eksikliğinin, süt dağıtılmadığında %67’ye çıktığı gözlemlendi. Süt dağıtımıyla çocukların büyük çoğunluğunun günlük kalsiyum alımında ortalama gereksinim düzeyinin üzerine çıktıkları belirlendi.

Rusya: Okul Sütü Programı’nın FAO tarafından başlatıldığı Rusya’da ilk uygulama, 2005’te iki şehirde bulunan toplam 25 bin çocuk ile başlatıldı. Bugün devlet tarafından desteklenen program, ülkedeki 83 federal oluşumun 46’sı tarafından uygulanıyor.

Çin: Okul Sütü Programı devlet eliyle 2000 yılında başlatılan Çin’de, yüksek besin değeri ve çocuk sağlığına faydaları nedeniyle kabul gören süt dağıtımı kapsamında, 2012’de 18 milyon öğrenci her gün okulda süt içti. Program 28 eyalet, 660 şehir ve 60 bin okula genişletildi.

Yeni Zelanda: Dünyanın önde gelen süt üreticilerinden Yeni Zelanda’da Fonterra firması tarafından yürütülen program, 2012’de pilot uygulama olarak 13 bin ilkokul çağındaki çocuğu kapsayacak şekilde başlatıldı. Pilot çalışmanın başarısı sonucu uygulama, 350 bin ilkokul çağındaki çocuk için genişletildi.

Meksika: Meksika’da kahvaltı olarak gerçekleştirilen uygulamanın gözle görülen sonuçları; derslerine daha fazla odaklanabilen, oynayabilen ve dinlenebilen çocuklar oldu.

Tayland: Okul Sütü Programı’nın 1992 yılında başlatıldığı Tayland’da da çok çarpıcı sonuçlar elde edildi. Yetersiz beslenme 1997 yılında %10, 2006 yılında %5 oranında azaldı. Çocukların boyları programın başlamasıyla birlikte fazladan 3 cm arttı. 2010’da çocukların boylarında 5 cm fazladan artış gözlendi. Okul çağında süt tüketimi ile birlikte 18 yaşında gençlerin ortalama boyu erkeklerde 169,5, kızlarda 164,5 cm oldu. Kişi başı süt tüketimi 1987’de 2 litreyken, 2003’te 23, 2011’de 31 litreye çıktı ve sektör büyüdü.

Fas: Kuzey Afrika ülkesi Fas’ta, kötü beslenmeye bağlı vitamin eksikliğinden dolayı, içeriği A ve D3 vitaminleri yönünden zenginleştirilmiş süt, bisküvi ile birlikte dağıtılıyor. Uygulama sayesinde okula devamda, çocukların konsantrasyonunda ve buna bağlı olarak okul başarılarında belirgin artış görülürken, çocukların sağlığında da iyileşmeler tespit edildi. Zenginleştirilmiş süt içen çocuklarda normal süt içenlere göre akut malnütrisyon (beslenmenin içerik veya miktar açısından yetersiz olması) tablosu yarı yarıya azaldı, 8 ayda A vitamini eksikliği ortadan kalktı, D vitamini eksikliği geriledi.

Sonuç

Sonuç olarak, sağlıklı beslenme, insan sağlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Obeziteyi azaltmanın yanında kardiyovasküler hastalık ve tip II diyabet gibi ciddi hastalık potansiyelini azaltmada önemli bir rol oynar. Bilimsel çalışmalar, iyi beslenme alışkanlığı çocukluk döneminde edinildiğini göstermektedir.

Kuzey Kıbrıs Sağlık Bakanlığı’nın 2008 yılında yaptığı sağlık taramasının verilerine göre, yetişkin nüfusumuzun (20-80 yaş) % 11’i diyabetli, % 18’i ise glikoz tolerans bozukluğu (gizli şeker) saptanmıştır. 1996 yılında yapılan taramada ise gizli şeker oranı % 13.5 idi. Gizli şekerli kişilerin bu kadar yüksek bir rakama ulaşması çok ciddi bir problem olarak görülmektedir. Diyabet, pahalı ve kontrol edilmezse komplikasyonları olan bir rahatsızlıktır.

Kuzey Kıbrıs’ta kalp ameliyatı geçiren hastaların %90’ı ve gözlerinde lazer uygulaması gereken hastaların is %95’i diyabetlidir. Diyabet; tansiyon, kolesterol, kalp, böbrek yetmezliği, körlük ve daha birçok hastalığın tetikleyici etmenidir. 2008 taramasında ortaya çıkan diyabetli olanların oranını ile gizli şeker olanların oranını toplarsak %29 gibi bir rakama ulaşırız ki, bu nerde ise her on kişiden 3 kişinin diyabetli olduğu anlamına gelir. Bunları aileleri ile düşünürsek toplumun en az %60’ı diyabetten dolayı rahatsızlık duymaktadır.

Bu rahatsızlıklarla mücadelenin en uygun metodu, okul öncesi ve ilkokul dönemindeki çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlıklarının öğretilmesidir.

Dünyanın birçok ülkesinde uygulanan okul programı ülkemizde de uygulanması elzem gibi görülmektedir. Okul programlarının uygulanması, sağlıklı beslenmenin yanında, tarımsal ürünlere yapacağı katma değer de yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkacaktır.


  
 Referanslar
* https://ec.europa.eu/agriculture/school-scheme_en
* Commıssıon Implementıng Regulatıon (Eu) 2017/39 Of 3 November 2016
Councıl Regulation (eu) 2016/795 of 11 april 2016
* http://www.capo.gov.cy/capo (Fruıts and vegetables, bananas and mılk ın educatıonal ınstıtutıons school year 2017-2018) 
* https://www.diyabetdernegi.com/yayin/diyabet_dernegi.pdf


29 Ağustos 2018 Çarşamba

KKTC'de Gıda Fiyatları Yükselirken Dünyada Düşüyor



Kuzey Kıbrıs’ta gıda fiyatları yükselirken, FAO'nun yayımladığı "Gıda Fiyatları Endeksine" göre Aralık 2017’den günümüze kadar fiyatlarda keskin düşüşler olmuştur. 




FAO, Gıda Fiyatları Endeksinin Temmuz verilerini Ağustos başında yayımladığı raporla duyurmuştur. Bu rapor içerisinde, genel gıda, hububat, sebze yağı, et, süt ve şeker piyasalarında oluşan fiyat endeksleri yer almaktadır. Bu rapor içerisinde yer alan başlıklardan yaptığım özetlemeyi aşağıdan bulabilirsiniz. Bununla birlikte, OECD-FAO'nun ortaklaşa yayımladığı ve fiyatların 10 yıl içinde azalmaya devam edeceğini gösteren rapordan da alıntı yapılarak sizlere sunulmuştur.

FAO Gıda Fiyat Endeksi (FGFE), Temmuz 2018'de 168.8 puan olarak gerçekleşti. Endeks, Haziran ayına göre 6.5 puan (yüzde 3.7) ve geçen yılki döneme göre 10.3 puan (yüzde 3,7) düşmüştür. Temmuz ayı düşüşü, Aralık ayından bu yana FGFE değerindeki ilk önemli aylık düşüş olarak gözlemlenmiştir. Bu düşünün temel nedeni, tahıl, süt ürünleri, şeker et ve bitkisel yağların düşmesi olarak gösterilmektedir. 



FAO Hububat Fiyat Endeksi, Temmuz ayında 160,9 puan olarak gerçekleşmiştir. Haziran ayındaki yaklaşık 6 puan (% 3,6) düşmüş ve geçen yılın aynı dönemindeki seviyesinden 1.3 puan (% 0.8) aşağıda yer almıştır. Endeks, buğday, mısır ve pirinçte yaşanan zayıf ihracat kotasyonlarından dolayı Temmuz ayında düşüş yaşanmasına sebep olmuştur. Uluslararası buğday fiyatları, Temmuz ayının ilk yarısında düşük seyir izledi. Ancak,  Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonu'ndaki üretim beklentileri ile ilgili endişeler ihracat değerlerini ay sonuna doğru artırmaya başladı. ABD’de düşük talep ve üretim beklentilerindeki iyimserlik, hububat piyasalarındaki mısır fiyatlarını genel olarak aşağı yönlü seyir izlemesine neden olmuştur. Uluslararası pirinç fiyatları da, Indica ve kokulu çeşitlerine olan düşük taleplerin yanında, başı çeken bazı ihracatçıların döviz hareketleri nedeniyle düşüş göstermiştir.

Temmuz ayındaki FAO Sebze Yağı Fiyat Endeksi ise, Haziran ayına göre 4,2 puan (% 2,9) puan düşerek 141,9 puan olarak gerçekleşmiştir. Bu düşüş, 2,5 yıldan bugüne kadar geçen süreçte ardı ardına altıncı olmuştur. Hurma yağı ve soya yağında da düşük değerler göstermektedir. Uluslararası hurma yağının fiyatları, durgun ihracat talebi, önde gelen üretici ülkeler tarafından tutulan geniş stoklar ve önümüzdeki haftalarda yüksek üretim beklentileri nedeniyle daha da düşmüştür. Soya yağının fiyatlardaki yeni düşüş ise, büyük ölçüde soya fasulyesi pazarındaki zayıflık ve ABD'de yüksek faiz oranlarından kaynaklandığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, kolza yağı fiyat değerleri yukarı doğru bir ivme kazmasının nedeni ise, biyo-dizel üreticilerinden gelen talep ve Avrupa Birliği'ndeki olumsuz ürün beklentileridir.



Temmuz ayında FAO Et Fiyat Endeksi, Haziran ayının revize edilen değerinden 3,3 puan (yüzde 1,9) düşerek 170,7 puan olarak gerçekleşmiştir. Haziran ayı revizyonunun yukarı yönlü seyretmesinin temel nedeni, akaryakıt fiyatlarının yüksekliğinden şikayet eden kamyon sürücülerinin uzun süreli grevi nedeniyle oluşan lojistik sorunlarının ardından ihracatta yaşanan düşüşün neden olduğu Brezilya'daki sığır eti fiyatlarındaki keskin yükselişin yansımasıdır. Temmuz ayında, endeks, grevi askıya alan kamyon sürücülerinin sevkiyatlara başlaması sebebiyle kısmen Brezilya'dan gelen et ihracatının kademeli olarak normalleşmesiyle birkaç puan azaldı. Genel olarak, domuz ve kümes hayvanları etinde düşüşler sergilenirken, sığır eti için de fiyat teklifleri düşmüştür. Bununla birlikte, özellikle Çin ve Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen büyük et ithalat talebi küçükbaş hayvan fiyatlarında marjinal artışlara neden olmuştur.
Temmuz ayındaki FAO Süt Ürün Endeksi, bir önceki aya göre 14,1 puan (%6,6) düşerek 199,1 puan olarak gerçekleşmiştir. Bu seviyede, endeks 2018 Ocak ayının yüzde 10,7'sinin üzerinde yer almaktadır. Ancak bir yıl önceki ilgili aya göre yüzde 8’nin altında yer almaktadır. Endekste yer alan tüm süt ürünlerinde uluslararası fiyat teklifleri düşük gelmiş ve en keskin düşüşler tereyağı ve peynir için kaydedilmiştir. Tam Süt Tozu (WMP) ve Yağsız Süt Tozu (SMP) fiyatları da gerilemiştir. Yeni Zelanda'da iyi üretim beklentilerinin yanında, büyük ihracat tedarikleri nedeniyle süt piyasası aşağı yönlü baskı altında kalmıştır.
Temmuz ayında FAO Şeker Fiyat Endeksi bir önceki aya göre 10,7 puan (yüzde 6), geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 20 düşüşle 166,7 puan olarak gerçekleşmiştir. Hindistan ve Tayland başta olmak üzere başlıca şeker üreticisi ülkelerdeki üretim beklentilerinin yükselmesi Temmuz ayında yaşanan keskin düşüşü tetiklemiştir. Dünyadaki en büyük üretici ve ihracatçı olan Brezilya’daki üretim tahmininin düşme beklentisi, uzun kuraklı koşullarının yanında etanol üretimi için fazla şeker kamışı kullanımı sonucunda uluslararası şeker fiyatındaki düşüşü sınırlamıştır.
Kuzey Kıbrıs’ta ise, üretim alanlarının küçük oluşu, birlikte hareket edebilme yetisine sahip olunamamasının yanında, dış kaynaklı döviz cinsi girdilerin yüksekliği sebebiyle ürün fiyatlarında artışlar yaşanmaktadır. Ayrıca, ana sektörlerde, rekabet koşullarının beklenen seviyelerde olmamasının bir sonucu olarak dominant yapıların varlığı, fiyatların beklenen seviyelerin altına düşmesinde bir engel olabilmektedir.

Bu olumsuz koşulların etkisinden korunmaya yönelik üretici gruplarını kurarak birlikte hareket etme adına yaratılacak sinerjiyle girdi maliyetlerini üleşme, üretim marjını ve çeşitliliğini piyasanın talepleri doğrultusunda yönlendirme fırsatı yakalanacaktır. Ayrıca, verimli ve kaliteli üretim için gerekli sertifikalı tohum kullanılmasına yönlendirilmesi elzemdir. Bununla birlikte, kritik kontrol noktalarında yapılacak denetimlerde rekabet koşullarını olumsuz yönde etkileyen girişimlerin de önüne geçilmiş olunacaktır. Tarımsal faaliyetlerde kullanılacak modern üretim teknikleri uygulanırken, bio-çeşitliliğin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele gözönünde bulundurulmalıdır.  


Ayrıca, Dünya Gıda Örgütü (FAO) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından ortak hazırlanan “Tarımsal Görünüm 2018-2027 raporda, gelecek 10 yıl içinde tarım ürünlerinin üretiminde yüzde 20 artışın yansıma olarak fiyatlarının düşük kalacağı tahmininde bulundu. Özellikle, dünya nüfusunun hızındaki yavaşlama ve patates gibi yumru bitki ürünlerde doygunluk seviyelerine gelinmesi de  üretimde fazlalığın yaşanmasına sebep olacaktır.

Ref:
·       FAO Food Price IndeX_2.8.2018
·       OECD-FAO Agricultural Outlook 2018-2027

19 Haziran 2018 Salı

Belediye Başkan Adayı Olmanın Püf Noktaları Nelerdir?


Belediye Seçimleri gün geldi çattı. 2010 yılında bir platformda Belediye Başkanı Neden Aday Olunması gerektiğine dair bir yazı yazmıştım. Amacım, aday olacak kişilerin zihninde bazı çağrışımlar veya geri dönütleri yakalayabilmekti. Arşivi karıştırırken, bulduğum bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.



• Hafta sonu yapılacak seçimlere "Ben Aday Olsaydım, Neler Yapacaktım";

İlk olarak aday olmaya karar verdiysem, bir önceki seçimin hitamının ertesi günü faaliyetlerime başlardım. Eğer, bir parti amblemi altında seçime gireceksem, partinin bölge temsilcileri veya merkezi yönetimle belediyeye bağlı tüm köyleri gezer, eğer bağımsız gireceksem, yerleşim yerlerinin ziyaretlerini yalnız veya çalışma arkadaşlarımla bölgenin önde gelen şahısları ile bir araya gelerek sorunları alır gündeme taşır ve yerine getirilmesini sağlardım. Eğer çözümlenmeyen sorunlar varsa, benim de aday olmamın bir amacı olur.

"Kendime Bir Vizyon Belirlerdim": 

Belediye'yi ve Beldeyi öngörülebilir seviye ulaştırmak; 

Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresinin Üyesi olabilecek niteliğine sahip olmanın yanında, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesinin Belediye Meclisi Tarafından Kabulü ve içselleştirilmesinin elzem olduğunun altını çizerdim.. Bu vizyon çerçevesinde bölge halkının motivasyon ve konsantrasyonun artırılmasını hedef alırdım...

Vizyona Ulaşmak için Amaçlarımı Belirlerdim.

Bu amaçlara ulaşmak için, Belediyeler Yasası, Belediyeler Personel Yasası, Kamu'nun Borçlanmasına İlişkin Yasası'nın verdiği yetkiler çerçevesinde 4 yılı kapsayan faaliyetleri ve bu faaliyetler sonucunda başarı göstergelerimi de unutmazdım. 

-Halkın yapılan faaliyetlerin belirlenen amaçlara ulaşıp ulaşmadığını görebilmeleri Belediye'ye olan güvenin artacağını tahayyülde canlandırırdım .

Tüm faaliyetleri bir strateji belgesinde toplar ve belediyenin 4 yıl içerisinde hangi argümanları kullanarak başarıya ulaşabileceğini halka sunardım.

Ayrıca, Belediye'ye Kalite Yönetim Sistemlerini kurmaya yönelik çalışmalara başlayıp, 6 ay içerisinde ISO Belgesini alacağımı ve devamlılığını sağlayacağımı taahhüt ederdim. Burada, vatandaş odaklı bir hizmetin verilmesini kendimize şiar edinir ve halkın kaybolan veya azalan memnuniyetini tekrardan kazandırılmasını hedeflerdim..

Herkesin ağzına pelesenk olan "Şeffaflığı" sağlamak için altyapı çalışmalarını taslaklaştırırdım.

Genelde Belediyenin re-organizesi, özelde ise planlama ve projelendirme gibi güncel sorunlara cevap verebilecek yapılanmanın oluşturulmasına yönelik yasal ve İdari mekanizmayı yaratmak ve personele yönelik Eğitim Çalışmalarını faaliyetler arasına yer almasını sağlardım. 

Yukarıdaki faaliyetler İdari İşleyiş mekanizması ile ilgilidir. İdari Mekanizmadaki yapılacak faaliyetler, yasal mevzuatta belirtilen yükümlülükleri Kaliteli bir şekilde yerine getirip, halkın memnuniyetinin artırılacağını belirtirdim

• "Projeleri ise, gerçek anlamda Belediye Başkan Adaylarının kıvrak zekalarına bırakıyorum...

4 Haziran 2018 Pazartesi

5 Haziran Dünya Çevre Günü (2009) Yazısı




5 Haziran 2009 tarihli ve 7749 sayılı Ortam Gazetesindeki Özel Makaleler sayfasında yayımlanan yazım 

 5 Haziran Dünya Çevre günü dolayısıyla bugün insanların çevre duyarlılığının artırılması için çeşitli eylemler yapılmakta veya yazılar yayınlanmaktadır. Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam ya da şartlardır. Yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu doğal dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre sorunlarını oluşturmaktadır.

Çevre sorunları insanın bireysel olarak bulunduğu yerle sınırlı kalmayıp evrensel boyut kazandığı için 5 Haziran 1972 tarihinde İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi. Stockholm konferansı, 5-16 haziran 1972 tarihleri arasında çalışmalarını sürdürmüş ve konferans’ın son günü bir deklarasyon yayınlanmıştır. İnsanlığın, Birleşmiş Milletler seviyesinde, çevre konularını ilk büyük değerlendirmesi niteliğini de taşıyan bu metin 27 maddeden oluşmakta idi.

Birleşmiş Milletler dışında çeşitli bölgesel birlikler -ki bunların başında Avrupa Birliği gelmektedir- çeşitli projelerin, sürdürülebilir kalkınma planlarının uygulanması veya kullanmış olduğu çeşitli subvansiyelerle çevreye daha duyarlı neslin yetişmesini sağlamaktadır.

İnsanların çevre açısından karşı karşıya kaldığı başlıca problemler, su hava ve toprak kirlenmesidir.

a) Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Ayrıca, içme suyu olarak kullanılacak olan su kalitesinin azalmasına yol açar.   

b) Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.

c) Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.

Bununla birlikte doğal çevrenin korunması için alınacak olan belli başlı önlemler;
-Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile kirletilmemeli,
-Biriken çöpler usülüne uygun olarak hemen kaldırılmalı, depolanmalı veya yok edilmeli
-Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
-Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilme­li.
-Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.
-Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu yaslarımızın öngördüğü cezalar uygulanması için izleme ve yönetme şarttır.
-Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.
-Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların, bulunduğu­muz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım. Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.

Çevreyi evrensel boyutta inceledikten sonra isterseniz bir de ülkemize bir bakalım. Bizler çevre ile ilgili ne gibi faliyetlerde bulunmaktayız.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, çevrenin korunmasına yönelik 21/97 sayılı Çevre Yasası yürürlüktedir. Bu Yasa’nın amacına bakacak olursak;

Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; insan sağlığını olumsuz etkileyen, su, toprak, hava kirliliğinin ve gürültünün önlenmesi ve ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlık, kültür ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerini, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeler çerçevesinde düzenlemektir.

Sorgulanması gereken bu yasanın amacına uygun hareket edilip edilmediğidir. Bu yasa altında çevrenin korunması sağlanmak için çeşitli tüzükler de yürürlüktedir. Fakat herşey yasada yazıldığı gibi olamamaktadır.

Kuzey Kıbrıs’ta çevreyi etkileyen faktörler arasında çöp toplama alanları bulunmaktadır. Bu sorun katı ve sıvı atıkların yönetimi konusunda çeşitli sorunlar çıkmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle, Dikmen ve diğer Kırsal bölgelerdeki çöp toplama alanlarının yanmasıyla büyük çevre kirlenmesi olmaktadır (Dikmen çöp toplama alanı devre dışı bırakılarak, çöp ayrıştırma işlevinin de yapıldığı Güngör çöp depolama alanı devreye alınmıştır).



Atıkların yönetimi konusunda 51/1995 Belediyeler Yasasındaki 16. Maddesi aynen şöyledir;

(5)     (A)    Genel yerlerin, ev ve işyerlerinin çöp ve süprüntülerini toplamak veya toplattırıp yok ettirmek ve bu amaç için gerekli olan araçları temin etmek, tesisler kurmak veya bu amaç için anlaşmalar yapmak;
         (B)    Çöp, süprüntü, sanayi atıkları ve inşaat molozlarının dökülüp imha edilebileceği yerleri saptamak ve bu gibi atıkların gelişi güzel ve gerekli izin alınmadan atılmasını, dökülmesini ve depolanmasını önlemek;

Dikmen çöplüğünü birçok belediye yanında bir de özel şirket kullanmakta olup bir sahipsizlik ve yetki karmaşası söz konusudur. Çevre Koruma Dairesi 2004 yılında düzenli depolama amacı ile ihaleye çıkmış ve 2005 yılında ilgili firma işltemeye başlamıştır. Böylece bu ihaleden sonra iki başlılık yaratmış ve uygulamada bazı sorunlar doğurmuştur. Her sorunda, herkes birbirini suçlamış ve durum bir türlü çözülememiştir. Ayrıca, bu çöplükte çeşitli dönemlerde yangınlar çıkmakta ve bu karmaşa yetkisinden dolayı haftalarca çöpler yanmasından dolayı insanlar zehirlenmektedir. Alınacak olan önlemler siyasetten saf ve duru bir şekilde ayrılır ve sorunlara mantıksal çerçevede ve evrensel boyutta yaklaşılırsa sorun çözülebilir. Ne var ki böylesine ciddi bir sorun sürüncemede bırakılmış, çözümlenememiş ve halkımızın bağrına saplanan bir hançer gibi ortada durmaktadır. Dikmen çöplük sorunu, yeni hükümetin en ivedi olarak çözmesi gereken çevre sorunlarından biridir (Dikmen çöplüğü devre dışı bırakıldıktan sonra tarihe düşülen bir not olarak kalabilir).
        
Kıbrıs’ın hatta Akdeniz’in büyük bir sorunu da Lefke bölgesindeki CMC madenidir. Lefke bölgesinde 1913 yılında maden çıkartılmaya başlamış ve maden şirketi Kıbrıs sorununu bahane ederek 1974 yılında arkasında milyonlarca ton maden atığı ve onbinlerce ton kimyasal atık bırakarak bir çevre felaketine yol açılmıştır. Yıllarca maden atık havuzlarından akan su denizin ve dolayısıyla Akdeniz kirlenmesine yol açmıştır. Konu hakkında çeşitli araştırmalar ve analizler yapılmış ve sorunun ciddiyeti yıllar sonra anlaşılmıştır. Böylece, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ihaleyi Plejades şirketi kazanmış ve CMC fizibilite çalışması gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte, yine karmaşaya yol açacak devlet ihalesi gerçekleştirilmiştir. Bu ihaleye göre, ihaleyi alan Port İsbi şirketi ÇED raporunun onaylanmasından sonra mevcut maden atıklarının işlenmesi ile oradaki bölgenin temizlenmesi sağlanacaktır. Buradaki karmaşıklık ise, finansmanını Avrupa Birliği’nin yaptığı şirketin fizibilite raporu ile Devlet ihalesini kazanan şirketin atıkların bertarafının yöntemi konusundaki görüşler bir birinin tam zıttıdır (Port İsbi de Maden Atıklarını Temizleyemedi).



Üçüncü olarak, en az bundan öncekiler kadar önemli Taşocaklarının yarattığı tahribatı ve kirliliği ekleyebiliriz. Taşocakları bölgelerinde bulunan orman arazileri vahşi bir şekilde yok edilmektedir. Bölgelerdeki canlı türler de zarar verilmiş hatta yok edilmiştir. Uygulama kesinlikle sürdürülebilir değildir. Bu konudaki politika ve yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve sorgulanmalıdır. Sivil toplumun bu konuda yükselen feryatlarına maalesef kulak tıkanmakta ve hiçbir şey yapılmaksızın uygulama sürdürülmektedir.    

Bunlarla birlikte, çevreye verdiğimiz onca zarardan dolayı değişen iklimlerin yaratttığı ortamları, kuraklıktan dolayı veya bilinçsiz su tüketiminden dolayı azalan su kaynaklarımızı,  atık madeni yağların kontrolsüzlüğünü, orman yangınlarının çevreye verdiği zararları, araçların çıkardığı eksoz gazının denetimini sağlayan tüzük olmasına rağmen, hala daha trafikte siyah dumanlar içinde seyreden araçları, ayrıca yakıt kullanan araçlar dışındaki diğer ulaşım araçlarının kullanım kıtlığından dolayı trafikte artan araç sayısının tetiklenmesini bir de deniz sahillerimizin temiz tutulmasını başaramadığımızı da unutmuyoruz.

Bunlar ne zaman ciddiyetle ele alınıp çözümlenecektir. Niçin bizim dışımızdaki ülkeler aya giderken, biz yaya kalıyoruz? Bekleyecek o kadar lüks vaktimiz yoktur. Belirsizlikler veya karmaşıklıklar bir an önce çözümlenmeli ve masa üzerinde duran sayısızca çevre sorununu ciddiyetle ele alınmalıdır. Gelecek nesillere içinde yaşayacakları sağlıklı bir dünya bırakmak önceliğimiz olmalıdır. Yeni dönemler politikaların gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi için fırsat yaratmaktadır. Ortada duran kötü mirasta kimin ne kadar sorumluluğu ve günahı bulunduğu bir yana, yeni hükümetin bu sorunları çözmesi acil bir ihtiyacımızdır.

29 Mayıs 2018 Salı

AB Konseyi Yeni Organik Tarım Tüzüğü Onayladı. Yeni Tüzük Neler İçermektedir?




Ülkemizde, Ortak Tarım Politikası kapsamında yürütülen çalışmalar sonucunda, ortaya çıkan Organik Tarım Yasası Meclisten oy birliği ile geçti. Bu bir çerçeve yasası olmakla birlikte, organik tarımın uygulanmasına ilişkin diğer yasal mevzuatlar hazırlanıp çıkarılacaktır. 

Avrupa Birliği'nin organik tarımına ilişkin yürürlüğe girecek yeni Tüzüğün birey ve kurumlara faydalı olabileceği düşüncesi ile yaptığım araştırmayı sizlerle paylaşıyorum. 

Aşağıda, Avrupa Birliği’nin organik tarım sektörünü yeni dönemde kontrol ve denetleyecek Tüzük’ün içeriğine ilişkin detaylı bilgiler bulunmaktadır.

Avrupa Birliği Konseyi, Organik Ürünlerin Üretimi ve Etiketlenmesi ile ilgili Tüzüğü 22 Mayıs 2018’de onayladı. Bu Tüzük, 1 Ocak 2021’de yürürlüğe girecek. Tarım ve Kırsal Kalkınma Komseri Phil Hogan, 22 Mayıs’ı “birçok insanın çok çalışıp, muazzam bir sabır gösterdiği gün” olarak tarif etmektedir. 2021’de yürürlüğe girecek Tüzük, mevcut ve olası organik üreticilere yeterli bir zaman vermek suretiyle, güvenli ve kesin sonuçlar doğuracak planların yapılmasına olanak sağlayacaktır. 

Avrupa Birliği tarımının en dinamik sektörü olan Organik tarım, 27 Milyar Euroluk bir değer, son 10 yılda %125 büyüme ve her yıl yaklaşık 400 bin hektar organik tarım amaçlı arazi kullanımı artmaktadır. Buna karşılık, 20 yıl önce yürürlüğe giren mevcut kurallar, sektörün daha da büyümesini engellemesinin yanında, gerileme riskini de beraberinde taşımaktadır.

Ortak Tarım Politikasının ve bağlı diğer yasal mevzuatların en büyük başarısı, yeni zorluklara ve fırsatlara uyum sağlama olarak gösterilmektedir.

AB Organik sektörü yukarı yönlü bir ivme çizmektedir. Bu yeni tüzükten, yukarıya doğru ivmenin daha da yükseltilmesine ve güçlendirilmesine katkı yapacağı düşünülmektedir.

Bugüne kadar sektör, mevcut Tüzük üzerinde yama yapılarak veya istisnalar verilerek kontrol edilmeye çalışılsa da, güvenli ve kesinlik ilkesine yeteri kadar yaklaşamıyorlar.

Yeni Tüzüğün Ana Hedefleri:
·        Üretim kuralları basitleştirilecek ve bazı istisnalar ve derogasyonların kaldırılmasıyla daha da uyumlu hale getirilecektir.
       Tüm tedarik zinciri boyunca sıkı önlemler ve sağlam risk temelli kontroller sayesinde kontrol sistemi güçlendirilecektir.
       Üçüncü ülkelerdeki üreticiler, AB'de üretilenlerle aynı kurallara uymak zorunda kalacaklar.
       Organik kuralların kapsamı, daha geniş bir ürün listesini (ör. Tuz, mantar, balmumu, maté (Kafein yönünden zengin bir içecek), asma yaprağı, palmiye kalpleri) ve ek üretim kurallarını (ör. Geyik, tavşanlar ve kümes hayvanları) kapsayacak şekilde genişletilecektir.
       Yeni grup sertifikasyon sistemi sayesinde sertifikasyon küçük çiftçiler için daha kolay olacak
       Pestisitlerden kazara bulaşma riskini azaltmak için daha düzgün bir yaklaşım olacaktır.
       Seralarda sınırlandırılmış yataklarda üretim için istisnalar aşamalı olarak kaldırılacaktır.

Yeni Tüzük’te Hangi Değişiklikler Yer Alacak?
Tek Set Kurallar Dizini
Yeni Tüzükle birlikte en önemli gelişme, tüm Avrupa Birliği Organik sektörünü kapsayacak “Tek Set Kurallar Dizini” oluşturacaktır. Eski kurallar, A La Carte Sisteme (Kurallar içinden seçme imkanı) müsaade etmektedir. Bu tür uygulama bazen tek bir üretici düzeyinde de olabilmektedir.
Yeni kurallar dizini, geçmişte kabul edilen istisnaların, örneğin organik bir bileşenin sınırlı bir stok durumunda, organik olmayan bir malzemeyle geçici olarak değiştirilmesine benzer şekilde, bu muafiyetlerin yerine getirilmesi için esnekliğe ihtiyaç duymaya devam edecektir. Fakat, bu esneklik zamanla sınırlandırılacaktır. Düzenli olarak değerlendirilip, gerekliyse tüm üreticiler için uygulanacaktır. Böylece, tek üretici bazında alınan istisnanın yarattığı adaletsiz ortamdan, tüm üreticilere adil davranılacaktır.

AB’ye İthalatta Tek Tip Standart
Yeni Tüzük yalnızca, Avrupa Birliğindeki çiftçilere yönelik olmayacaktır. Avrupa Birliğine ithal eden ülkelerden de ayni kurallara uymaları beklenmektedir. Yeni Tüzük, AB’nin mevcut organik ürünlerin ithalatına uyguladığı 60’ın üzerindeki farklı standarttın yerini alacaktır.
Ayni standartta ve ayni ülkenin üreticilerine, farklı standart uygulamaktadır. Bunun temel sebebi, her sertifikasyon kuruluşu kendi farklı kurallarını yaratmasıdır. Bu Tüzükle birlikte, AB içerisindeki operatörler ile AB dışından gelen operatörler arasında tek düze bir yapı oluşturulacaktır.
Yeni kurallar dizini, tuz, mantar ve uçucu yağları da kapsayacak şekilde genişleyecektir.      Ayrıca, sektörün gelişimi ve oluşabilecek talep doğrultusunda olası ürünlerde ekleme fırsatı bu Tüzükle yakalanacaktır.

Küçük Üreticilere Grup Sertifikası
Küçük üreticilere grup sertifikası seçme hakkı tanınarak, sertifikasyon bedelinde azaltma sağlamasının yanında organik hibelerden daha kolay yararlanabilecekler.
Biyo-çeşitlilik, Sürdürülebilirlik ve İnnovasyonun Artırılması
Yüksek düzeyde biyo-çeşitliliğe sahip organik tohumlar ve diğer bitki üreme materyallerine yönelik yeni bir pazarın açılmasıyla birlikte yeni fırsatlar da yaratılacaktır. Bu durum, biyolojik çeşitliliği, ürün sürdürülebilirliğini ve innovasyonu da artıracaktır. Zararlılara ve hastalıklara karşı dayanıklılık geliştirilecek ve yerel koşullara daha iyi uyum sağlanacaktır.
Kontrollerdeki Değişiklik
Yeni kurallar dizini, sektörde tüketici güvenini sağlamak için yapılan kontroller ile bunun çiftçiler ve yetkili makamlar üzerindeki benzer yükleri arasında bir denge kuruyor. Standart prosedür olarak yıllık kontrolleri gerçekleştirmektir, ancak yeni kurallar bunun kurulmuş organik üreticiler için mutlaka gerekli olmadığını belirtir. Üç yıl üst üste yıllık kontrollerden sonra temiz olarak raporlanan üreticiler için, Ulusal makamlar bunları yalnızca her yıl bir kez kontrol etmeye karar verebilir. Bu, hem çiftçiler hem de ulusal yönetimler için bürokrasiyi azaltacaktır.
Organik Ürünlerde Pestisit Kontrolü
Organik kurallar çok açık ve nettir. Sertifikalı üreticiler, hiçbir şekilde ürünlerine izinsiz pestisit kullanamazlar. Bu her zaman böyle olmuştur ve yeni kurallarla değişmez.
Yeni kurallarda, işletmeler organik üretimlerin yanında yetiştirilen geleneksel ürünlerde kullanılan pestisitlerin kazayla bulaşma riskini azaltmak için alması gereken tedbirler mevcuttur. Ulusal yetkililer bu önlemleri kontrol etmekle görevlidir. Tüketiciler, AB organik logosunu taşıyan ürünlerin üretiminde izinsiz pestisit kullanılmadığına ve kaza sonucu ortaya çıkan izinsiz pestisit riskini azaltmak için her türlü önlemin alındığına tam olarak güvenebilmelidir.

İçeriğe Yönelik İddialarda Ülkelerin Sorumluluğu
Organik ürünlerin içeriğinde izinlendirilmemiş böcek ilaçları olduğu iddiaları ortaya atıldığında, üye ülkelere araştırma yükümlülüğünü mecbur etmektedir. Ancak bu tür iddialar resmi bir soruşturmayı tetiklemek için açıkça kanıtlanmalıdır. Soruşturma, söz konusu maddelerin varlığının kaynağını ve nedenini belirlemeye hizmet etmeli ve herhangi bir gereksiz gecikme olmaksızın şüpheyi ortadan kaldırmak için uygun herhangi bir yöntemi içermelidir.
Avrupa Birliği Komisyonu, yeni Tüzüğün yürürlüğe geçmesini takip eden dört yıl içinde, durumu değerlendirecektir. Bu, yetkilendirilmemiş maddeler için eşikler ile ilgili ulusal kural ve uygulamaların kapsamlı bir analizine izin verecek ve bu konuda ileriyi değerlendirecektir.

AB'nin diğer ülkelerle birlikte uyguladığı organiklere yönelik anlaşmalara ne olacak?
AB’nin imzaladığı bu anlaşmalarla birlikte, hem AB hem de 3. Ülkeler birbirlerinin eşdeğer üretim kurallarını ve kontrol sistemlerini karşılıklı olarak tanımaktadırlar. Mevcut düzenlemeler veya anlaşmalar, makul bir zaman dilimi içinde yeni kurallara uymak zorunda kalacaklardır. Halihazırda karşılıklı eşdeğerlik düzenlemeleri kapsamı dışında kalan üçüncü ülkelerin eşdeğerliğinin tanınması ve operatörler için daha sağlam bir yasal çerçeve oluşturmak amacıyla karşılıklı ticaret anlaşmalarına dönüştürülmelidir. 5 yıllık geçiş dönemi, hem AB hem de ortaklarının karşılıklı olarak faydalı bir anlaşmayı müzakere etmek için yeterli olacağı düşünülmektedir.

Seralarda organik üretim için yeni kurallar ne anlama geliyor?
Bitkilerin beslenmesi, öncelikle toprak ekosistemi yoluyla, organik üretimin temel gereksinimlerinden biridir. Yeni Tüzük, toprakla olan bağı temel bir ilke olarak doğrulamakta ve bu nedenle, “sınırlandırılmış yatakların” kullanımı, daha geniş organik ilkelerle uyumlu olarak değerlendirilmemektedir.
Bununla birlikte, yeni Tüzük, Üye Devletlerde üreticinin, hali hazırda organik tarım için 10 yıllığına serada üretimin yetkilendirildiği üreticilere izin verecektir. Komisyon, Tüzüğün yürürlüğe girdiği tarihten 5 yıl sonra seralarda sınırlandırılmış yatakların kullanımı hakkında bir rapor sunacaktır. Sonrasında kademeli olarak kaldırılacaktır.

Kurallar işlenmiş ürünler de dahil olmak üzere tüm organik ürünlere uygulanacak mı?
Yeni organik Tüzük, tohumlar ve diğer bitkisel üreme materyalleri ve gıda ve yem olarak kullanılan işlenmiş tarım ürünleri de dahil olmak üzere, canlı ve işlenmemiş tarım ürünleri için geçerli olacaktır. İşlenmiş ürünler organik olarak sadece tarımsal bileşenlerin en az% 95'i organik ise etiketlenebilir.

Referans:
1. MEMO/17/4686