5 Haziran 2009 tarihli ve 7749 sayılı Ortam Gazetesindeki Özel Makaleler sayfasında yayımlanan yazım
5 Haziran Dünya Çevre günü dolayısıyla bugün
insanların çevre duyarlılığının artırılması için çeşitli eylemler yapılmakta
veya yazılar yayınlanmaktadır. Çevre; insanların ve
diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı
olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve
kültürel bir ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu
ortam ya da şartlardır. Yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur.
Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bir
ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması,
genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İnsan
yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu
doğal dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar,
zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre
sorunlarını oluşturmaktadır.
Çevre sorunları
insanın bireysel olarak bulunduğu yerle sınırlı kalmayıp evrensel boyut
kazandığı için 5 Haziran 1972 tarihinde İsveç’in Stockholm kentinde yapılan
Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü “Dünya
Çevre Günü” olarak kabul edildi. Stockholm konferansı, 5-16 haziran 1972
tarihleri arasında çalışmalarını sürdürmüş ve konferans’ın son günü bir
deklarasyon yayınlanmıştır. İnsanlığın, Birleşmiş Milletler seviyesinde, çevre
konularını ilk büyük değerlendirmesi niteliğini de taşıyan bu metin 27 maddeden
oluşmakta idi.
Birleşmiş
Milletler dışında çeşitli bölgesel birlikler -ki bunların başında Avrupa
Birliği gelmektedir- çeşitli projelerin, sürdürülebilir kalkınma planlarının
uygulanması veya kullanmış olduğu çeşitli subvansiyelerle çevreye daha duyarlı
neslin yetişmesini sağlamaktadır.
İnsanların çevre açısından karşı karşıya
kaldığı başlıca problemler, su hava ve toprak kirlenmesidir.
a) Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam
ortamları bozulur. Ayrıca, içme suyu olarak kullanılacak olan su kalitesinin
azalmasına yol açar.
b) Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi
yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli
hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava
kirliliği ölümlere bile sebep olur.
c) Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle
toprağın tarıma elverişsiz duruma gelmesidir. Toprak kirlenmesi toprağın
verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.
Bununla birlikte doğal çevrenin korunması için
alınacak olan belli başlı önlemler;
-Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile
kirletilmemeli,
-Biriken çöpler usülüne uygun olarak hemen
kaldırılmalı, depolanmalı veya yok edilmeli
-Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek
ve sivrisineklerin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
-Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen
ilgililere bildirilmeli.
-Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem
enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.
-Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre
suçtur. Bu yaslarımızın öngördüğü cezalar uygulanması için izleme ve yönetme
şarttır.
-Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça
doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı
etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre
sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.
-Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin
güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve
çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların,
bulunduğumuz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım.
Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.
Çevreyi evrensel boyutta
inceledikten sonra isterseniz bir de ülkemize bir bakalım. Bizler çevre ile
ilgili ne gibi faliyetlerde bulunmaktayız.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde, çevrenin korunmasına yönelik 21/97 sayılı Çevre Yasası
yürürlüktedir. Bu Yasa’nın amacına bakacak olursak;
Bütün canlıların ortak
varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve doğal kaynakların en uygun
şekilde kullanılması ve korunması; insan sağlığını olumsuz etkileyen, su,
toprak, hava kirliliğinin ve gürültünün önlenmesi ve ülkenin bitki ve hayvan varlığı
ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek
kuşakların, sağlık, kültür ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence
altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve
sosyal kalkınma hedeflerini, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeler
çerçevesinde düzenlemektir.
Sorgulanması gereken bu
yasanın amacına uygun hareket edilip edilmediğidir. Bu yasa altında çevrenin
korunması sağlanmak için çeşitli tüzükler de yürürlüktedir. Fakat herşey yasada
yazıldığı gibi olamamaktadır.
Kuzey Kıbrıs’ta çevreyi
etkileyen faktörler arasında çöp toplama alanları bulunmaktadır. Bu sorun katı
ve sıvı atıkların yönetimi konusunda çeşitli sorunlar çıkmasından
kaynaklanmaktadır. Özellikle, Dikmen ve diğer Kırsal bölgelerdeki çöp toplama
alanlarının yanmasıyla büyük çevre kirlenmesi olmaktadır (Dikmen çöp toplama
alanı devre dışı bırakılarak, çöp ayrıştırma işlevinin de yapıldığı Güngör çöp
depolama alanı devreye alınmıştır).
Atıkların yönetimi konusunda
51/1995 Belediyeler Yasasındaki 16. Maddesi aynen şöyledir;
(5) (A) Genel yerlerin, ev ve işyerlerinin çöp ve
süprüntülerini toplamak veya toplattırıp yok ettirmek ve bu amaç için gerekli
olan araçları temin etmek, tesisler kurmak veya bu amaç için anlaşmalar yapmak;
(B) Çöp, süprüntü, sanayi atıkları ve inşaat
molozlarının dökülüp imha edilebileceği yerleri saptamak ve bu gibi atıkların
gelişi güzel ve gerekli izin alınmadan atılmasını, dökülmesini ve depolanmasını
önlemek;
Dikmen çöplüğünü birçok
belediye yanında bir de özel şirket kullanmakta olup bir sahipsizlik ve yetki
karmaşası söz konusudur. Çevre Koruma Dairesi 2004 yılında düzenli depolama
amacı ile ihaleye çıkmış ve 2005 yılında ilgili firma işltemeye başlamıştır. Böylece
bu ihaleden sonra iki başlılık yaratmış ve uygulamada bazı sorunlar doğurmuştur.
Her sorunda, herkes birbirini suçlamış ve durum bir türlü çözülememiştir.
Ayrıca, bu çöplükte çeşitli dönemlerde yangınlar çıkmakta ve bu karmaşa
yetkisinden dolayı haftalarca çöpler yanmasından dolayı insanlar
zehirlenmektedir. Alınacak olan önlemler siyasetten saf ve duru bir şekilde
ayrılır ve sorunlara mantıksal çerçevede ve evrensel boyutta yaklaşılırsa sorun
çözülebilir. Ne var ki böylesine ciddi bir sorun sürüncemede bırakılmış,
çözümlenememiş ve halkımızın bağrına saplanan bir hançer gibi ortada
durmaktadır. Dikmen çöplük sorunu, yeni hükümetin en ivedi olarak çözmesi
gereken çevre sorunlarından biridir (Dikmen çöplüğü devre dışı bırakıldıktan
sonra tarihe düşülen bir not olarak kalabilir).
Kıbrıs’ın hatta Akdeniz’in
büyük bir sorunu da Lefke bölgesindeki CMC madenidir. Lefke bölgesinde 1913
yılında maden çıkartılmaya başlamış ve maden şirketi Kıbrıs sorununu bahane
ederek 1974 yılında arkasında milyonlarca ton maden atığı ve onbinlerce ton
kimyasal atık bırakarak bir çevre felaketine yol açılmıştır. Yıllarca maden
atık havuzlarından akan su denizin ve dolayısıyla Akdeniz kirlenmesine yol
açmıştır. Konu hakkında çeşitli araştırmalar ve analizler yapılmış ve sorunun
ciddiyeti yıllar sonra anlaşılmıştır. Böylece, Avrupa Birliği tarafından
finanse edilen ihaleyi Plejades şirketi kazanmış ve CMC fizibilite çalışması
gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte, yine karmaşaya yol açacak devlet
ihalesi gerçekleştirilmiştir. Bu ihaleye göre, ihaleyi alan Port İsbi şirketi
ÇED raporunun onaylanmasından sonra mevcut maden atıklarının işlenmesi ile
oradaki bölgenin temizlenmesi sağlanacaktır. Buradaki karmaşıklık ise,
finansmanını Avrupa Birliği’nin yaptığı şirketin fizibilite raporu ile Devlet
ihalesini kazanan şirketin atıkların bertarafının yöntemi konusundaki görüşler
bir birinin tam zıttıdır (Port İsbi de Maden Atıklarını Temizleyemedi).
Üçüncü olarak, en az bundan
öncekiler kadar önemli Taşocaklarının yarattığı tahribatı ve kirliliği
ekleyebiliriz. Taşocakları bölgelerinde bulunan orman arazileri vahşi bir
şekilde yok edilmektedir. Bölgelerdeki canlı türler de zarar verilmiş hatta yok
edilmiştir. Uygulama kesinlikle sürdürülebilir değildir. Bu konudaki politika
ve yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve sorgulanmalıdır. Sivil toplumun bu konuda
yükselen feryatlarına maalesef kulak tıkanmakta ve hiçbir şey yapılmaksızın
uygulama sürdürülmektedir.
Bunlarla birlikte, çevreye
verdiğimiz onca zarardan dolayı değişen iklimlerin yaratttığı ortamları,
kuraklıktan dolayı veya bilinçsiz su tüketiminden dolayı azalan su
kaynaklarımızı, atık madeni yağların
kontrolsüzlüğünü, orman yangınlarının çevreye verdiği zararları, araçların
çıkardığı eksoz gazının denetimini sağlayan tüzük olmasına rağmen, hala daha
trafikte siyah dumanlar içinde seyreden araçları, ayrıca yakıt kullanan araçlar
dışındaki diğer ulaşım araçlarının kullanım kıtlığından dolayı trafikte artan
araç sayısının tetiklenmesini bir de deniz sahillerimizin temiz tutulmasını
başaramadığımızı da unutmuyoruz.
Bunlar ne zaman ciddiyetle
ele alınıp çözümlenecektir. Niçin bizim dışımızdaki ülkeler aya giderken, biz
yaya kalıyoruz? Bekleyecek o kadar lüks vaktimiz yoktur. Belirsizlikler veya
karmaşıklıklar bir an önce çözümlenmeli ve masa üzerinde duran sayısızca çevre
sorununu ciddiyetle ele alınmalıdır. Gelecek nesillere içinde yaşayacakları
sağlıklı bir dünya bırakmak önceliğimiz olmalıdır. Yeni dönemler politikaların
gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi için fırsat yaratmaktadır. Ortada duran
kötü mirasta kimin ne kadar sorumluluğu ve günahı bulunduğu bir yana, yeni
hükümetin bu sorunları çözmesi acil bir ihtiyacımızdır.