4 Haziran 2018 Pazartesi

5 Haziran Dünya Çevre Günü (2009) Yazısı




5 Haziran 2009 tarihli ve 7749 sayılı Ortam Gazetesindeki Özel Makaleler sayfasında yayımlanan yazım 

 5 Haziran Dünya Çevre günü dolayısıyla bugün insanların çevre duyarlılığının artırılması için çeşitli eylemler yapılmakta veya yazılar yayınlanmaktadır. Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam ya da şartlardır. Yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu doğal dengeyi meydana getiren zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre sorunlarını oluşturmaktadır.

Çevre sorunları insanın bireysel olarak bulunduğu yerle sınırlı kalmayıp evrensel boyut kazandığı için 5 Haziran 1972 tarihinde İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan bir kararla, 5 Haziran günü “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi. Stockholm konferansı, 5-16 haziran 1972 tarihleri arasında çalışmalarını sürdürmüş ve konferans’ın son günü bir deklarasyon yayınlanmıştır. İnsanlığın, Birleşmiş Milletler seviyesinde, çevre konularını ilk büyük değerlendirmesi niteliğini de taşıyan bu metin 27 maddeden oluşmakta idi.

Birleşmiş Milletler dışında çeşitli bölgesel birlikler -ki bunların başında Avrupa Birliği gelmektedir- çeşitli projelerin, sürdürülebilir kalkınma planlarının uygulanması veya kullanmış olduğu çeşitli subvansiyelerle çevreye daha duyarlı neslin yetişmesini sağlamaktadır.

İnsanların çevre açısından karşı karşıya kaldığı başlıca problemler, su hava ve toprak kirlenmesidir.

a) Su kirlenmesi ile deniz hayvanlarının yaşam ortamları bozulur. Ayrıca, içme suyu olarak kullanılacak olan su kalitesinin azalmasına yol açar.   

b) Hava kirliliği daha çok yakıtların gereği gibi yakılmaması sonucu ortaya çıkar. Kirli hava solunuma elverişsiz havadır. Kirli hava solunum yolları hastalıklarını artırır. Solunum organlarımızı yorar. Hava kirliliği ölümlere bile sebep olur.

c) Toprak kirlenmesi; çeşitli ilaç ve gübrelerle toprağın tarıma elveriş­siz duruma gelmesidir. Toprak kirlenmesi toprağın verimini azaltır. Bitki hastalıklarını çoğaltır.

Bununla birlikte doğal çevrenin korunması için alınacak olan belli başlı önlemler;
-Akar ve durgun sular, insan ve hayvan artıkları ile kirletilmemeli,
-Biriken çöpler usülüne uygun olarak hemen kaldırılmalı, depolanmalı veya yok edilmeli
-Zararlı hayvanların, böceklerin özellikle, karasinek ve sivrisinekle­rin üreyip çoğalmaları engellenmeli,
-Kanalizasyon borularındaki patlamalar hemen ilgililere bildirilme­li.
-Yakıtların tam yakılması sağlanmalıdır. Böylece hem enerji kaybı, hem de hava kirliliği önlenmiş olur.
-Doğal çevrenin kirletilmesi yasalarımıza göre suçtur. Bu yaslarımızın öngördüğü cezalar uygulanması için izleme ve yönetme şarttır.
-Doğal çevre bizim çevremizdir. Biz doğayı korudukça doğa da bizleri korur. Havaya, suya, toprağa karışan kimyasal artıklar doğayı etkiliyor. Bu artıkların çoğalması insan sağlığını bozuyor. Kısaca çevre sorunları, sağlımızla yakından ilgili bir konudur.
-Bulunduğumuz yeri kirletmeyelim. Doğal çevrenin güzelliklerini korumak hepimizin görevidir. Bu konuda girişilen çalışma ve çabalara katılalım. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz ve kullandığımız suların, bulunduğu­muz yerin temiz olmasını istiyorsak çevre kirlenmesine engel olalım. Sağlımıza uygun bir çevrede yaşamak için doğal çevremizi koruyalım.

Çevreyi evrensel boyutta inceledikten sonra isterseniz bir de ülkemize bir bakalım. Bizler çevre ile ilgili ne gibi faliyetlerde bulunmaktayız.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, çevrenin korunmasına yönelik 21/97 sayılı Çevre Yasası yürürlüktedir. Bu Yasa’nın amacına bakacak olursak;

Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; insan sağlığını olumsuz etkileyen, su, toprak, hava kirliliğinin ve gürültünün önlenmesi ve ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlık, kültür ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerini, çevrenin korunmasına ilişkin temel ilkeler çerçevesinde düzenlemektir.

Sorgulanması gereken bu yasanın amacına uygun hareket edilip edilmediğidir. Bu yasa altında çevrenin korunması sağlanmak için çeşitli tüzükler de yürürlüktedir. Fakat herşey yasada yazıldığı gibi olamamaktadır.

Kuzey Kıbrıs’ta çevreyi etkileyen faktörler arasında çöp toplama alanları bulunmaktadır. Bu sorun katı ve sıvı atıkların yönetimi konusunda çeşitli sorunlar çıkmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle, Dikmen ve diğer Kırsal bölgelerdeki çöp toplama alanlarının yanmasıyla büyük çevre kirlenmesi olmaktadır (Dikmen çöp toplama alanı devre dışı bırakılarak, çöp ayrıştırma işlevinin de yapıldığı Güngör çöp depolama alanı devreye alınmıştır).



Atıkların yönetimi konusunda 51/1995 Belediyeler Yasasındaki 16. Maddesi aynen şöyledir;

(5)     (A)    Genel yerlerin, ev ve işyerlerinin çöp ve süprüntülerini toplamak veya toplattırıp yok ettirmek ve bu amaç için gerekli olan araçları temin etmek, tesisler kurmak veya bu amaç için anlaşmalar yapmak;
         (B)    Çöp, süprüntü, sanayi atıkları ve inşaat molozlarının dökülüp imha edilebileceği yerleri saptamak ve bu gibi atıkların gelişi güzel ve gerekli izin alınmadan atılmasını, dökülmesini ve depolanmasını önlemek;

Dikmen çöplüğünü birçok belediye yanında bir de özel şirket kullanmakta olup bir sahipsizlik ve yetki karmaşası söz konusudur. Çevre Koruma Dairesi 2004 yılında düzenli depolama amacı ile ihaleye çıkmış ve 2005 yılında ilgili firma işltemeye başlamıştır. Böylece bu ihaleden sonra iki başlılık yaratmış ve uygulamada bazı sorunlar doğurmuştur. Her sorunda, herkes birbirini suçlamış ve durum bir türlü çözülememiştir. Ayrıca, bu çöplükte çeşitli dönemlerde yangınlar çıkmakta ve bu karmaşa yetkisinden dolayı haftalarca çöpler yanmasından dolayı insanlar zehirlenmektedir. Alınacak olan önlemler siyasetten saf ve duru bir şekilde ayrılır ve sorunlara mantıksal çerçevede ve evrensel boyutta yaklaşılırsa sorun çözülebilir. Ne var ki böylesine ciddi bir sorun sürüncemede bırakılmış, çözümlenememiş ve halkımızın bağrına saplanan bir hançer gibi ortada durmaktadır. Dikmen çöplük sorunu, yeni hükümetin en ivedi olarak çözmesi gereken çevre sorunlarından biridir (Dikmen çöplüğü devre dışı bırakıldıktan sonra tarihe düşülen bir not olarak kalabilir).
        
Kıbrıs’ın hatta Akdeniz’in büyük bir sorunu da Lefke bölgesindeki CMC madenidir. Lefke bölgesinde 1913 yılında maden çıkartılmaya başlamış ve maden şirketi Kıbrıs sorununu bahane ederek 1974 yılında arkasında milyonlarca ton maden atığı ve onbinlerce ton kimyasal atık bırakarak bir çevre felaketine yol açılmıştır. Yıllarca maden atık havuzlarından akan su denizin ve dolayısıyla Akdeniz kirlenmesine yol açmıştır. Konu hakkında çeşitli araştırmalar ve analizler yapılmış ve sorunun ciddiyeti yıllar sonra anlaşılmıştır. Böylece, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ihaleyi Plejades şirketi kazanmış ve CMC fizibilite çalışması gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte, yine karmaşaya yol açacak devlet ihalesi gerçekleştirilmiştir. Bu ihaleye göre, ihaleyi alan Port İsbi şirketi ÇED raporunun onaylanmasından sonra mevcut maden atıklarının işlenmesi ile oradaki bölgenin temizlenmesi sağlanacaktır. Buradaki karmaşıklık ise, finansmanını Avrupa Birliği’nin yaptığı şirketin fizibilite raporu ile Devlet ihalesini kazanan şirketin atıkların bertarafının yöntemi konusundaki görüşler bir birinin tam zıttıdır (Port İsbi de Maden Atıklarını Temizleyemedi).



Üçüncü olarak, en az bundan öncekiler kadar önemli Taşocaklarının yarattığı tahribatı ve kirliliği ekleyebiliriz. Taşocakları bölgelerinde bulunan orman arazileri vahşi bir şekilde yok edilmektedir. Bölgelerdeki canlı türler de zarar verilmiş hatta yok edilmiştir. Uygulama kesinlikle sürdürülebilir değildir. Bu konudaki politika ve yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve sorgulanmalıdır. Sivil toplumun bu konuda yükselen feryatlarına maalesef kulak tıkanmakta ve hiçbir şey yapılmaksızın uygulama sürdürülmektedir.    

Bunlarla birlikte, çevreye verdiğimiz onca zarardan dolayı değişen iklimlerin yaratttığı ortamları, kuraklıktan dolayı veya bilinçsiz su tüketiminden dolayı azalan su kaynaklarımızı,  atık madeni yağların kontrolsüzlüğünü, orman yangınlarının çevreye verdiği zararları, araçların çıkardığı eksoz gazının denetimini sağlayan tüzük olmasına rağmen, hala daha trafikte siyah dumanlar içinde seyreden araçları, ayrıca yakıt kullanan araçlar dışındaki diğer ulaşım araçlarının kullanım kıtlığından dolayı trafikte artan araç sayısının tetiklenmesini bir de deniz sahillerimizin temiz tutulmasını başaramadığımızı da unutmuyoruz.

Bunlar ne zaman ciddiyetle ele alınıp çözümlenecektir. Niçin bizim dışımızdaki ülkeler aya giderken, biz yaya kalıyoruz? Bekleyecek o kadar lüks vaktimiz yoktur. Belirsizlikler veya karmaşıklıklar bir an önce çözümlenmeli ve masa üzerinde duran sayısızca çevre sorununu ciddiyetle ele alınmalıdır. Gelecek nesillere içinde yaşayacakları sağlıklı bir dünya bırakmak önceliğimiz olmalıdır. Yeni dönemler politikaların gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi için fırsat yaratmaktadır. Ortada duran kötü mirasta kimin ne kadar sorumluluğu ve günahı bulunduğu bir yana, yeni hükümetin bu sorunları çözmesi acil bir ihtiyacımızdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder